17 Aralık 2011 Cumartesi

Sunay Akın

Size yakın bir Sunay Akın


Şair, yazar, söz cambazı, kız kulesi aşığı ve hiç büyümeyen bir çocuk Sunay Akın… Televizyon ve radyo programı yapıyor, tek kişilik bir oyun sergiliyor… Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de oyuncak müzesi kazandırdı bizlere

Bu söyleşiyi Türkiye’nin ilk ve tek oyuncak müzesinde yapıyoruz Sunay Akın’la. Şiirli bir yazı bu… Biz söyleşirken hep şiirler girdi araya ve en güzel sözü hep onlar söyledi aslında. Ne de olsa şiir yazıya da çok yakışıyor, hayata da… Ve Sunay Akın’ın şiirleri de tıpkı kendisi gibi: Hüzünlü, heyecanlı, aşık, hınzır, oyuncaklı, hiç büyümeyen bir çocuk gibi…

 Bordo ceketin kerameti
Önce başından, ta en başından anlatmasını istiyoruz ve dünyaya geliş serüveninden başlıyor anlatmaya: “Ben kendimi terzi Tuncay’la anlatıyorum. Trabzon’un en ünlü terzisiydi Tuncay Bey. Herkes ona elbise diktirmek isterdi. Bir gün on yedi yaşında bir genç kız girdi dükkana yanında annesiyle. Kız, bordo renkli bir ceket diktirmek istiyordu. Terzi Tuncay siparişi kabul etti çünkü kız çok güzeldi. Kızı yalandan yere provaya çağırdı, hem de kaç kez. Terzi Tuncay bu güzel genç kıza aşık olmuştu. Uzun süren provalardan sonra o bordo ceket dikildi. Üç tane düğmesi var o bordo ceketin, işte ben ortanca düğmesiyim.” Babası terzi Tuncay’ın annesi için diktiği o bordo ceketi hala evinde saklıyor Sunay Akın. Cebindeki şiirle birlikte:
“Ortancasıyım üç kardeşin/hiç tatmadığı için/acırken ağabeyime/kıskanç gözlerle bakarım/iki insan sıcaklığı üstünden/dünyaya gelen/kardeşime”

Kitap kurtları vadisi
Sunay Akın on yaşına kadar Trabzon’da yaşamış. Çocukluğu orada geçmiş yani. Trabzon günlerine ait en canlı ve en güzel anısı şöyle: “Annem haftanın bir günü en güzel elbiselerini giyer, en güzel makyajını yapar, ağabeyim ve ben okuldan gelince bizi alıp sokağa çıkarırdı. Pencereden bakan kadınlar derdi ki, ‘Tülay Hanım yine iki oğluyla birlikte kitap almaya gidiyor’. Annem mutlaka haftanın bir günü bizi kitap almaya götürürdü. Ve o gün çok özel bir gündü. Bizde kadınlar genellikle düğünlere giderken süslenirler ama annem çocuklarına kitap sevgisini aşılamak için süslenirdi. Bunu yapan annem ilkokul mezunuydu.” Burada susuyor Sunay Akın ve hüzünlü bir bakış yerleşiyor birden gözlerine. “İşte” diyor, “eskiden Trabzon kitap kurtları vadisiydi, şimdi ise kurtlar vadisi. Kitap kurdu vadisi çocukları çoktan göç ettiler çünkü.” Ama o çocuklardan biri şimdi en güzel şiirlerini yazıyor çocukluğuna bakarak:
“Sıralanmış saksılar vardı/limana bakan/penceremizin önünde/ve çiçekler arkasında/ekmek kırıntıları serpen/martı yüzlü bir anne”

Denize tutkun bir çocuk
Bir yandan oyuncak müzesini geziyor bir yandan da sohbet ediyoruz Sunay Akın’la. Peki o hangi oyuncaklarla oynamış acaba çocukken? “Küçükken en sevdiğim oyuncaklar aslında hiç sahip olamadığım oyuncaklardı. En çok denizaltıları severdim. Hep bir denizaltım olsun isterdim ama oyuncak denizaltı yoktu o yıllarda. Kendim yapardım. Tenekelerden, kutulardan, kartonlardan denizaltılar yapar Trabzon’da yüzdürürdük denizde. Batarlardı tabii. Bir daha yapardık.” Derken Trabzon’dan İstanbul’a yerleşmiş ailesi Sunay Akın on yaşındayken. Bu defa da bir televizyon dizisi girmiş hayatına. “Kaptan Cousteau diye bir dizi vardı televizyonda hiç kaçırmazdım. Dizi başlamadan önce annemin çamaşır leğeninin içine su doldurup koyardım önüme. Dizi başlar başlamaz üstümü çıkarır, kafamı suya daldırıp çıkarır diziyi öyle izlerdim.” Belki de denizi çok sevdiği içindir şiirlerinde en çok denizi misafir etmesi.
“Yol kenarlarındaki/yağmur mazgallarını/kumbara sanıp/harçlığımı atardım/bu yüzden en çok/denizden alacaklıyım”

Savaşsız bir dünya
Yaşamda en büyük hayali gerçek olmuş bir insanın gözleri nasıl ışıldarsa öyle ışıldıyor gözleri. Ama biz yine de soruyoruz. En büyük hayaliniz bu muydu? “Evet ama asıl en büyük hayalim savaşların olmaması. Onun yolu da buradan geçiyor, müzelerden yani. Çünkü toplumlar müzelerden geçerek aydınlanır. Örnek aldığımız, aralarına girmek istediğimiz uygar ülkelerde çok sayıda müze var ve onların ekonomisi de çok iyi. Peki sorun şu, onlar önce zengin olup sonra o paralarla mı bu müzeleri kurdular yoksa önce bu müzeleri kurup oradan geçen, oradan yetiştirdikleri kuşaklar mı o zenginliği oluşturdu? Doğru cevap ikincisi. Önce müzeler. Oradan geçerek aydınlığa gidersin.” Şimdi de sırada bir çocuk müzesi projesi varmış. Bu coğrafyada, bu topraklarda çocuk olmanın tarihinin anlatıldığı bir müze kurmayı düşünüyor Sunay Akın. “Bunu da yapacağım. Oyuncak müzesini kurduktan sonra insanların beni daha iyi anladığını düşünüyorum çünkü. Burayı insanlar geziyor ve çok beğeniyor. Ama ben hüzünleniyorum burada gezerken. Yaklaşıp da, çok yakınına gidip de alamadığım oyuncakları hatırlıyorum. Buraya gelen bir anne baba, çocuğunun elinden tutarak içeriye giriyor. Ama çıkarken öbür elleriyle de kendi çocukluklarını götürüyorlar. Yetişkinler kendi çocukluklarıyla buluşuyorlar bu müzede. Çocuklar ise anne babalarının çocukluklarıyla tanışıp arkadaş oluyor.” Ve hemen sözü alıyor insanlara hayaller kurduran şairin dizeleri:
“Deniz kıyısında/bir martıyla konuşurken görüyormuş/dostlarım beni sürekli/bir kaptanım çünkü/kağıt gemilerden/emekli”

Hiç bitmeyen aşk
Göztepe’de beş katlı tarihi bir köşke kurulmuş oyuncak müzesi. Bu köşk Sunay Akın’ın ailesine ait. İstanbul’daki bu tarihi konakların çoğu yıkılıp yerlerine apartmanlar dikilirken o, burayı koruyarak bir müzeye dönüştürmeyi başarmış. Kitaplarından, tek kişilik sahne gösterilerinden kazandığı tüm parayla antika oyuncaklar satın almış dünyanın her yerinden ve bu oyuncak müzesini kurmuş sonunda. Bir de ‘oyun arkadaşlarım’ dediği kişiler var ona inanan, yardım eden. Müzenin tasarımını yapan Ayhan Doğan başta olmak üzere pek çok özel firma destek olmuş oyuncak müzesine. Ama ona başından beri inanan, en çok inanan bir isim var ki, o da şu anda oyuncak müzesinin müdürlüğünü yapan eşi Belgin Hanım. Eşinin adı geçince yüzüne yerleşen sıcacık gülümsemeden anlıyoruz ki, biraz da aşktan söz etme vakti geldi. Bir şaire aşkı sormazsak kime soracağız değil mi? “
“Ben aşık olduğum zaman sevdiğim kızı saatlerce vapur iskelesinde beklerdim. Buluşup yedi buçuk vapuruyla okula gidecektik birlikte. Saat on oldu, on bir, on iki, akşam saat dört buçuk vapuruyla geldi. Ben hala bekliyorum. Meğer babası bırakmış okula arabayla. İşte aşk bu. O kızla evlendim ben ve şimdi yirminci evlilik yıldönümümüz.” Belki de en güzel şiirlerini bu büyük aşk için yazmıştır kim bilir?
 “Bir dostun sıcaklığına/öylesine/yaslamak istiyorum ki başımı/ya omzunu uzat sevgilim/ya da telleri kopuk/bir kemanı”

Babalar ve çocukları
On yedi yaşında bir oğlu, on bir yaşında bir kızı var Sunay Akın’ın. Peki o nasıl bir baba? “Aslında onlara çok zaman ayıramıyorum. Ama onlar anlıyor beni. Benim çocuklarımın mutluluğu, bütün sokaktaki çocukların mutlu olduğu bir dünyada anlamlıdır benim için. Sadece kendi çocuklarını kurtarmak isteyen, sadece kendi çocukları için hayata bakan bir baba değilim.” Kendi babasıyla da sağlıklı ve sevgi dolu bir ilişki yaşamış belli ki. Ama babasını gülümseyerek andığı bir olay var ki, hemen bizimle de paylaşıyor: “Müzeyi açmadan önce, burada binlerce oyuncağın arasında oturmuş, hangi oyuncağı nereye koyacağımı düşünüyordum kara kara. Babam geldi, kapıdan beni gördü öyle elimde oyuncaklarla. Baktı, baktı ve dedi ki ‘Allah Allah, gene döndük başa’.” Karadeniz insanın o benzersiz mizah duygusundan fazlasıyla nasibini almış Sunay Akın. Ve içindeki o hiç büyümeyen çocuk şiirlerine de konu oluyor belli ki:
“Hayırsız oğluyum babamın/hiç büyümeyen/hala Topkapı’ya doğru uzanır/kimsecikler görmeden/hınzır bir çocuk gibi kapısını çalıp/kaçarım İstanbul’un”

Annesinin oğlu
Sunay Akın’ın hayatında anne çok önemli bir figür. “Anne dünyanın en büyük örgütüdür zaten” diyor. Bir de kadınlara çok inanıyor, çok güveniyor o. Dünyayı kadınların kurtaracağını düşünecek kadar. “Biz erkekler elimizi ayağımızı çekelim bu dünya işlerinden. Biz yapamadık. Çok kötü bir dünya kurduk. Artık her şeyi kadınlar yapsın. Ama kadınların dünyası çok büyük bir işgal altında. Ben çok üzülüyorum o sabah programlarını gördükçe. Kadınlara layık görülenler onlar olmamalı.”
Ve son sözü yine şiir söylüyor söyleşinin sonunda:
 “Yarısını tuttum/çocuk doktoru/olmamı isteyen anneme/hasta yatağında verdiğim sözün/doktor olamadım ama/çocuk kaldım”


BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Mayıs 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder