17 Ocak 2012 Salı

Rutkay Aziz

“Hiçbir zaman rahat bir yaşam seçmedim kendime”


Kimisine göre Avrupa Yakası’nın çapkın Bülent’i, kimisi için hala Yer Demir Gök Bakır’ın Taşbaş’ı, Piano Piano Bacaksız’ın Kerim’i...  Ya da unutulmaz televizyon dizisi Geçmiş Bahar Mimozaları’ndaki o eski zamanların, incelikli aşkların kahramanı… Belki de sadece; Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde, Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan dizeler okuyan adam: Rutkay Aziz…

“Tüh Allah kahretsin”le başlayan oyunculuk
Rutkay Aziz İstanbullu. Çocukluğu ve ilk gençliği önce Şişli’de sonra Bakırköy’de geçmiş. Tiyatroya düşkün bir ailede yetişmiş. Ne yapar eder her Pazar mutlaka tiyatroya giderlermiş ailece. Ama o zamanlar henüz tiyatrocu olmak gibi bir düşü yokmuş Rutkay Aziz’in. İlgisini çeken tek şey siyasetmiş o yıllarda. Ta ki lisedeki felsefe öğretmeni kanına girene kadar… “Bakırköy Lisesi’ndeki felsefe hocam benim kaderimi değiştirdi diyebilirim. Bana yeni bir sayfa açtı. O sayfa da tiyatro oldu. Tiyatroya büyük bir tutkusu vardı ve beni de bir oyunda oynatmak istedi. Hiç öyle bir isteğim yoktu ama öyle bir korkuttu ki beni! ‘O zaman ben de seni felsefeden, psikolojiden ve sosyolojiden sınıfta bırakırım’ dedi. Ben de ‘Neyse verin de oynayayım hocam’ dedim.” Göç adlı bir oyunda büyükbabayı oynamış Rutkay Aziz. Tek bir repliği olan küçücük bir rolmüş. “Sadece ‘Tüh Allah kahretsin’ dediğim bir roldü. Ben de ‘Tüh Allah kahretsin’ diyerek kabul ettim rolü korkudan.” Ama o kadarla kalmamış. Başrol oyuncusu vazgeçince o rol Rutkay Aziz’e kalmış. Derken oyun liseler arası tiyatro yarışmasında ödül almış ve Rutkay Aziz için tiyatro büyük bir tutkuya dönüşmeye başlamış. “O anlamda felsefe hocamı her zaman sevgiyle anarım” diyor.

Ankara Sanat Tiyatrosu
Muhsin Ertuğrul’la, Beklan ve Ayla Algan’la tanışmak hayatını değiştirmiş, Arthur Miller’in “Satıcının Ölümü” adlı oyunundaki rolüyle aldığı ödül artık Rutkay Aziz’i tamamen tiyatroya bağlamış. “Tiyatro tutkusu giderek hayata daha bir demokrat, daha bir özgürlükçü, daha bir barışçıl bakmamı sağladı.” diyerek vurguluyor tiyatronun yaşamındaki önemini. Bu arada 1971 yılının eylül ayında AST’a (Ankara Sanat Tiyatrosu) geçmiş. AST’ın onun hayatındaki yeri tartışmasız çok büyük. “AST devrimci ve ilerici bir tiyatroydu ve ben orada siyasetimi de yaptım. O günden beri de yapıyorum. AST yalnız bizim için değil seyirci için de okullaşan bir tiyatro olma özelliğini gösterdi.” Geçtiğimiz 6 Aralıkta 44. yılını kutlayan AST üç defa kapatılmış, pek çok sorgulamadan geçmiş, oyuncular atılmış. Ama demokrasi kültürünün oluşması adına çok önemli bir sanat kalesi olduğunu düşünüyor Rutkay Aziz Ankara Sanat Tiyatrosu’nun.  AST’a girdiği günden bu yana orayla bağını hiç kopartmamış. “Kopartamam da” diyor ve ekliyor “Çünkü böyle bir hakkı görmüyorum kendimde. Tiyatro oyunculuğu biraz çıplak bir oyunculuk… Karşı karşıyasınız seyirciyle. Sinemada sizi başkası konuşabiliyor mesela. Dünyada bunun örnekleri çok az ama maalesef Türk sineması bunun üzerine kurulmuş. Burada trajik bir durum var aslında. Senin sesin bir kişiliktir. Başkası konuşunca olmuyor, olamıyor.”

Bizimkiler fenomeni…
Yer Demir Gök Bakır, Sis, Ada, Ölü Bir Deniz, Gizli Yüz, Piano Piano Bacaksız, Cumhuriyet, Kurtuluş… Bunlar oynadığı sinema filmlerinden bazıları. Sinemayla geç tanıştığını daha doğrusu sinemaya geç başladığını itiraf ediyor. “Sinemayla ilk buluşmam neredeyse 90’lı yıllarda, Zülfü Livaneli’nin Yer Demir Gök Bakır filmiyle oldu. Çok sevdim. İlk dizimiz de TRT’de yayınlanan Cahide’ydi. Ama çok çok tanınmam Bizimkiler dizisiyle oldu evet. 14 yıl boyunca devam eden ve çok izlenen bir diziydi Bizimkiler. Hani şimdi reyting mi diyorlar? Neyse o reyting sistemini hala çözmüş değilim.”
Onlarca sinema filmi, oyun, televizyon dizisi… Bunların içinden onun için çok özel olan, apayrı bir yere koyduğu bir tanesi var mı merak ediyoruz. Evet, zor bir soru ama yanıtı hazır. “Bir kere AST’ı ayırmak zorundayım her şeyden önce.  Sonra da Ziya Öztan’la çektiğimiz Cumhuriyet filmini. Mustafa Kemal rolünün benim hayatımda çok ayrı bir yeri var. Ziya o teklifi bana getirdiğinde karşılıklı titredik ‘Ne yapacağız’ diye. Korktuk. Ben ona hiçbir zaman sadece bir rol olarak bakmadım, büyük bir sorumluluktu çünkü. Gerçekten çok heyecanlandım, çok ürktüm. ‘Tamam, saçı boyayacağız, bıyığı form vereceğiz, lens takacağız ama bütün bunları yapalım bir görelim. Eğer içimize siniyorsa yola çıkalım, sinmiyorsa bitirelim. Sen hemen başka bir şey düşün dedim. Fotoğraflar çok önemliydi. Sigara içişi, kahve fincanını tutuşu, bakışı, duruşu… Emrederken bile teşekkür eden bir karakter.”

Aşka ve kadınlara dair…
Tiyatro, sinema, televizyon… Hepsi iyi hoş da, oyunculuğu geçip  biraz şöyle hayata dair konuşsak…Mesela aşk, kadınlar… Pek konuşmak istediği konular değil bunlar ama birazcık şansımızı zorlasak ne çıkar! “Öyle sık sık aşık olanlara hayranım. Bende hiç öyle bir yetenek olmadı. Aşık oldum tabii ama çok ender oldu demek istiyorum. Şöyle bir baktığımda yaşamıma, sayısı çok azdır.”Duvarları olan ve o duvarlardan başkalarının sızmasına izin vermeyen erkeklerden sanki. Bütün kibarlığına ve zarafetine rağmen hep biraz mesafeli durmanız gereken, hep biraz uzaktan sevmek ve sevilmek isteyen erkeklerden… Bu yoruma pek itiraz etmiyor aslında. “Evet, olabilir. Belki zaman zaman düşüncelerimiz bize o duvarları ördürüyordur. Hiçbir zaman çok rahat bir yaşam seçmedim kendime, hep sorumluluk duygusu vardı. Örneğin ben tiyatroya oyuncu olarak başladım ama daha 24-25 yaşlarında bir tiyatronun sorumluluğu bendeydi. 12 Mart darbesi olmuş, insanlar asılıyor ve AST ayakta durmak zorunda. Kendi oyunculuğumu düşünme hakkına sahip değildim. AST’ın sanat politikasını düşünerek oyun seçmek zorundaydım ama tüm bunları bir şikayet olarak söylemiyorum yanlış anlaşılmasın.”

Erkekler ağlamaz mı?
Aşktan, kadınlardan bahsederken bile konuyu yine ustalıkla tiyatroya getiriyor gördüğünüz gibi. Ama pes etmiyoruz kolay kolay. Biraz daha özel bir soruyla, bir adım daha ileri gidiyoruz hatta; “Hiç gözyaşı döktünüz mü aşk için?” diye sorarak…“Ha, yok ağlamam öyle” diyor önce. Sonra bir an durup düşünüyor ve değiştiriyor fikrini. Sanki bir şey anımsamış gibi. “Ama niye ağlamayayım ağladığım da oldu. Kendime kızdığımdan ağlamışımdır belki de. Erkekler ağlamaz derler ama ne ilgisi var. Bal gibi ağlar. İnsana dair hiçbir duygu, hiçbir durum yabancı değil bu hayatta.”
Bir de şu hayranlık müessesi var malum…  Onun payına neler düşmüş bakın; “Hayranlık diyorsunuz ya, bence kadınlar bunu hak edip etmediğinizi hemen anlıyorlar. Ola ki onun dünyasını yıkmışsanız, kepenklerini hemen kapatıyorlar. Eğer kadınları kazanamazsanız, hayatta hiçbir şey kazanamazsınız. Yaşamımda en büyük iltifatı nerede aldım biliyor musunuz? İzmir Kordon’da oturuyorduk arkadaşlarla. Hoş bir çift geldi yanıma. ‘Biz size hayran değiliz, sizi beğenmiyoruz, bırakalım bu lafları. Biz sizi ayrı bir yere koyuyoruz, iyi ki varsınız’ deyip gittiler. Hayatımda böyle bir iltifat almadım. Hayranlık bunu yanında o kadar boş kalıyor ki! Ama eğer sizi beğenen insanlar varsa daha bir ürkek, daha bir sorumlu olarak yaşamaya başlıyorsunuz, daha hatasız olmak istiyorsunuz.”

BİRGÜL KOPUZ / Seninle Dergisi - Ocak 2007


RÖPORTAJ NOTU: Bu röportaj, Çiçek Bar'da yapılmıştı... Çiçek Bar henüz Çiçek Arif'inken... Rutkay Aziz, ille de orada yapalım röportajı diye tutturmuşken... Öğleden sonra saat 3'te, 3 kahveyle güne başlamışken... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder