16 Ocak 2012 Pazartesi

Küçükkuyu'dan Adatepe'ye

Islık çalan zeytin ağaçları...

Kuzey Ege'ye doğru yolculuk vakti şimdi... Küçükkuyu'dan Adatepe'ye... Zeytin ağaçlarının arasından bir görünüp bir kaybolan denizi, "Önde zeytin ağaçları arkasında yar" diyen şairi ve İda dağında oturan eski tanrıları selamlayarak yollara düşme vakti...

Mitolojide güzellik tanrıçası olarak bilinen Afrodit’in Hermes’le aşk yaşadığı, yine mitolojik kahraman Paris’in güzeller güzeli Helena’ya aşkını sunduğu İda (Kaz) Dağı’nın eteklerindeki küçük, şirin bir kıyı kasabasındayız, Küçükkuyu’da…“Balık denizde doğar, Küçükkuyu’da ölmek ister” miş… Böyle diyorlar buralarda.
Küçükkuyu Çanakkale’ye bağlı; denizi, balığı, temiz havası, şifalı suları, taş binaları ve bir de zeytinyağıyla ünlü şirin mi şirin bir yer… Zeytinyağı demişken; dünyanın en nefis, düşük asitli ve kendine has güzel kokulu zeytinyağının bu bölgede yetişen zeytin ağaçlarından çıktığını da hatırlatalım hemen. 
Deniz kenarındaki küçük, sevimli pansiyona çantaları bırakıp etrafı dolaşmaya çıkalım diyoruz. Pansiyonun sahibi İstanbul'dan kaçıp buralara gelmiş ama bir sorunu var; çok canı sıkılıyor... "Kim bilir ne güzeldir buralarda yaşamak" diyoruz, "Ama çok sıkıcı" diyor... "Kışın da bir başkadır, değil mi" diyoruz, cevap gülüşümüzü donduruyor: "Herkes gidiyor, çok sıkıcı, in cin top oynuyor" Canı sıkılan adamı kaderiyle baş başa bırakarak sokaklara vuruyoruz kendimizi...

Adatepe Zeytinyağı Müzesi
İlk durağımız “Adatepe Zeytinyağı Müzesi”. Türkiye’deki zengin zeytincilik kültürünü yaşatıp gelecek nesillere aktarmak amacıyla kurulan özel bir müze burası. Doğa tutkunu üç arkadaş önce Adatepe köyüne yerleşmeye sonra da eski bir fabrikayı restore ederek müze haline getirmeye karar vermişler. Müzede, eski zeytinyağı presleri, zeytin toplama gereçleri, çeşitli taşıma ve saklama kaplarının yanı sıra, zeytin tanesinin ağaçtan soframıza geliş serüveni tarihsel süreç içerisinde sergileniyor. Ayrıca geleneksel usulde zeytinyağlı sabun yapım tekniği de anlatılıyor. Kısacası yaşayan bir müze burası… Müzenin bahçesinde küçük bir dükkan çekiyor hemen dikkatimizi. Bu sevimli dükkanda yörede üretilen zeytinyağları özel şişe, kutu ve ambalajlarda satılıyor. Ayrıca dükkandan el yapımı zeytinyağlı sabunlardan ve size Adatepe’yi anımsatacak çeşitli hediyelik eşyalardan da satın alabiliyorsunuz. Müzenin girişinde ve dükkanda satılan hediyelik eşyaların çoğununun üzerinde güzel bir eski zaman kadınının resmi var. Adatepe’nin sembolü olmuş neredeyse bu güzel kadın. Adı Refika....  

Refika’nın hikayesi
Adatepe Köyü’nde 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başında Refika takma adıyla bir Rum güzeli yaşarmış. Köyün Rum ve Türk cemaati arasında çok sevilen Refika, hem güzel hem de çok neşeli bir kızmış. Düğünlerde şarkılar söyler, çok da güzel dans edermiş. Refika’nın güzelliği ve iyilikseverliği Adatepe Köyü’nün yanı sıra çevre köylerde de dillere destanmış. Özellikle zeytin zamanı Refika’nın çalıştığı tarlalarda köylüler hem zeytin toplar hem de Refika’nın şarkılarını dinlermiş. 1.Dünya Savaşı’na kadar iki cemaat Adatepe Köyü’nde barış içinde birlikte yaşamış ama savaş tüm Anadolu’da olduğu gibi Adatepe Köyü’ne de felaketler getirmiş. Savaşla birlikte köyün Rum ve Türk cemaatleri arasında önceleri soğukluk daha sonra da karılıklı çatışmalar baş göstermiş. Tüm bu kargaşaya rağmen Refika yine de Türkler arasında sevilmeye devam etmiş ancak, ne var ki savaş sonunda Türk ve Yunan hükümetleri arasındaki anlaşma sonucunda Refika da diğer Rumlarla birlikte köyü terk edip, Yunanistan’a yerleşmek zorunda kalmış. Refika’nın köyden ayrılışı Türkler arasında büyük bir üzüntüye yol açmış. O gittikten sonra bile onun adına türküler yakılmış ve her fırsatta, özellikle düğünlerde onun türküsü okunup, onun adına danslar edilmiş. Bu gelenek Adatepe Köyü’nde hala devam etmekte.

Adatepe Köyü
Artık kıyıdan ayrılıp yavaş yavaş yukarıya, Adatepe Köyü’ne doğru yola çıkalım diyoruz. Şakacı Nisan da peşimizde... Çekingen bir yağmur, ardından güneş, sonra yine yağmur...Öylece hep birlikte dolanıp duruyoruz sokaklarda işte!  Adatepe, Küçükkuyu’dan arabayla beş dakikalık mesafede. Çınar ağacının altındaki köy kahvesinde biraz soluklanıyoruz önce... Sokakta pek insan yok... Hayalet şehir sanki. Kediler, köpekler, tavuklar... Böylesi daha güzel mi ne!  Yukarıya doğru yürürken sol tarafımızda kalıyor Hurmalı Kahve... Tahta tabelada silinmeye yüz tutmuş 'sıcak şarap bulunur' yazısı... Kapının önünde unutulmuş ya da terk edilmiş bir tahta sandalye... Ve tuhaf bir sessizlik... İnsanda ıslık çalma isteği uyandıran bir sessizlik...
Köy, SİT alanı ilan edildiği için, evler de koruma altında. Bu yüzden de evler eski haline sadık kalınarak restore edilebiliyor. Köyde yöre halkından çok, özellikle İstanbul ve diğer büyük şehirlerden yerleşen insanlar yaşıyor.
Aylaklık yapa yapa akşamı ettik işte! Artık güneş batmak üzere… Edremit Körfezi’ni seyrederken tepeden, anlıyoruz neden eski tanrıların buraları mekan seçtiğini… Bu gece biz de buradayız, orası anlaşıldı çoktan. Ama önce şu güneşi bir batıralım... Sıcak şarap da vardı değil mi nasıl olsa! Muhabbet edecek güzel insanlar... Bir de uzaktan gelen tanıdık bir ıslık sesi...
Sahildeki pansiyonda kaldı eşyalar... Varsın kalsın, arada bir iyidir böyle küçük haytalıklar... Eşyaların başka yerde, sen başka yerde kalırsın... Eşyalara bağlanmamayı öğrenirsin belki biraz... Hayatı basitleştirmeyi... Ama kafandan o soruyu atamazsın bir türlü; pansiyondaki adamın canı sıkılıyor mudur hala? 
Buralara bir daha gelmek lazım... Sonra bir daha... Küçükkuyu'dan Adatepe'ye doğru tekrar yürümek yürümek... Islık çalarak, ıslık çalan zeytin ağaçlarını dinleyerek...

BİRGÜL KOPUZ - Mayıs 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder