6 Şubat 2012 Pazartesi

Büyükdere: Büyürken Anlayamadığım Büyüyünce Anlatamadığım Aşk

İlk misket oynadığın, dizini kanattığın ve bu yüzden ilk tokadını yediğin, ilk âşık olduğun, acı çektiğin, Katina Teyze'nin evinde ilk muz likörünü içtiğin, anneni  atlatarak o meşhur Piyasa Caddesi'nde sevgilinle buluştuğun, okuldan kaçtığın, ilk balık tuttuğun, sandalda şarap içtiğin, yağmurda sırılsıklam ıslandığın,  gerçek dostluğun ne demek olduğunu anladığın, ilk terk edildiğin ve sokaklarında büyürken yaşamı  öğrendiğin bir yeri nasıl anlatırsın?

Belki de şuradan başlamak lazım; yıllardır değişmeyen bir Büyükdere klasiğinden… Yaz akşamları, hava kararmaya yüz tuttu mu, delikanlılığa ve genç kızlığa ilk adım atanlar Piyasa Caddesi'nde şöyle bir salınarak yürürlerdi. Hani şu, 'konuştuğun biri var mı', 'kiminle çıkıyorsun' diye sorulan zamanlarda... Henüz mektupla haberleşmek "yok artık, daha neler" değilken... Kız arkadaşınla kol kola piyasa yaparken karşılaşırsın 'beğendiğin çocuk'la ve bir not tutuşturuverilir eline mesela. Sokak lambasının altındaki banka oturup kalbin deli gibi çarparken notu okumaya çalışırsın, ellerinin teri mürekkebi dağıtır, okuyamazsın...



Yıllar önce bu akşam piyasalarının nasıl olduğunu da çocukluk ve gençlik yıllarını Büyükdere'de, Kocataş Yalısı'nda geçiren Yusuf Mardin şöyle anlatır: "Piyasa Caddesi'nde akşam gezmesi için süslenmiş bayanların yürümesi çoğunlukla saat beş buçuk gibi başlar; Sarıyer iskelesinden Büyükdere iskelesine kadar gidilip dönülürdü. Ama bu gezintiye çıkmadan önce, bayanların ayna karşısında saatlerce süren bir özenle süslenmesi, hazırlanması gerekirdi.(...) Özellikle Beyaz Park adlı su üstünde yükselen gazino önünde mola verilir; bunun bitişiğindeki deniz hamamından suya balıklama atlayan genç vücutların bakır teni garıp bir özlemle seyredilir ve hamamın az açığında demirli ahşap duba üzerinde yatan gençlerin bacaklanndan süzülen suların denize akışı bile gözden kaçmazdı. (...) İnsan Piyasa Caddesi'ndeki gezici  satıcıların "Taze fıstık", "Sıcak mısır", "Beykoz'un cevizi", "Helvam kıtır","Kavak inciri" gibi seslerini duymasa, batan güneşin gönle damlattığı derin hüzünle, daimi bir ayrılık türküsünün esiri olurdu. (...) Akşama doğru Posta'nın Büyükdere iskelesine yaklaşması, dönüşe geçme zamanının geldiğine işaretti". (...)


İskeleye doğru yürürsün düşüne düşüne... Denize inen merdivenli sokaklarda büyüyen çocukların neden hep deli deli olduğunu, neden hep düşler kurduğunu düşünürsün belki. Sen, sahilde Sadberk Hanım Müzesi'nin önünden geçerken, îlk gençlığin de senin önünden geçer salına salına... Biraz ileride okuduğun lise vardır. Denize bakan sınıflarında, hep cam kenarında oturup hayaller kuran; hep imkânsızı isteyen, hemen şimdi isteyen gri formalı o kız gelir gözünün önüne... Bir gün ilk kez âşık olur o kız esmer bir delikanlıya. Bir kış günü okuldan dönerlerken kulağına aşkını fısıldar delikanlı, sadece kendisinin bildiği büyük bir sırdan bahseder gibi. Tam o sırada Danişment sokağındaki Rum kilisesinin (Ayia Paraskevi) bahçesinden geçiyorlardır ve delikanlı usulca öpmüştür burnundan kızın. Kilisenin papazı görmüştür olanları uzaktan ve göz kırpmıştır delikanlıya gülümseyerek. Yıllar sonra aynı kilisede, bir arkadaşının çocuğunun vaftiz törenine katıldığında, aynı papazı görüp nasıl sevindiğini anımsarsın...

Sonra biraz daha geriye gidersin, küçük bir kız çocuğunu anımsarsın bu defa, babasının elinden tutmuş Yaprak Açık Hava Sineması'na gidiyordur, küçük adımlarını babasınınkilere uydurmaya çalışarak. Cici Kızlar'ın filmini izliyordur, yıllar sonra o anları olanca netliğiyle anımsayacağını bilemeden... Bir eli babasının elinde, diğer elinde boş gazoz şişesi... Ama farkında değildir küçük kız, o sıralar ağabeyler, ablalar birbirini öldürmektedir sokaklarda. Daha güçlü olan başkaları ise hepsini. Babasının okuduğu gazetedeki ölüm fotoğrafları gölgeler çocuk mutluluğunu. Sorduğu tüm sorular yanıtsız kalır. Hiç Fruko içemeden mi ölür o ağabeyler, ablalar?

Efkarlanırsın birden bunları hatırlayınca. Ama olsun balık pazarı şuracıktadır nasıl olsa, gider mevsimine göre  balık alırsın, biraz da roka. Kurarsın çilingir sofrasını Boğaz'a karşı. Ya da olmadı binersin vapura, verir elini Anadolu Kavağı... Ancak Boğaz'da yaşayanlar bilir, her canın istediğinde vapura atlayıp karşı kıyıya geçebilmenin ne demek olduğunu. Vapur kıyıdan uzaklaşırken, güvertede lodosa karşı oturur, balıkçı teknelerinin üzerinden uçan martılara ve tam karşıda denize dokunarak batan güneşe bakarsın... İşte o anda üstünden geçen bulutlar gibi dağılır, geldiği gibi birden çeker gider efkarın; yerini, "Yaşamak güzel şeymiş be" cümlesine terk ederek...

1929 yılında Şirketi Hayriye, İstanbul Rehberi'ne verdiği ilanda şu cümlelerle anlatır "Vapur Zevki"ni: "Kimi iyi yemek yer, kimisi çok yemiş sever. Kimi de güzel giyinmış olmaktan hoşlanır. Bazı zevat da vapur hayatından, vapur yolculuğundan zevk alır. Şirketi Hayriye vapurlarından birine bindi mi keyiflenir".

Evinde televizyon olanlarda toplanılıp diziden sonra yapılan tatlı sohbetler, her gelen kolayca girebilsin diye asla kilitlenmeyen kapılar, îskele dondurmacısında sıkılmadan beklenen uzun kuyruklar, açık hava sinemalarının tahta iskemlelerinde çekirdek çitleyerek izlenen filmler, Beyaz Park'ta seyrettiğin Beyaz Kelebekler, Urcan'da Zeki Müren... Şimdi bunları anımsıyorken böyle bir bir; sanki başka bir dünyadan, uzak bir diyardan, unutulmayan bir aşktan bahseder gibi... Acaba dersin, gazoz kapağı ve misket oynayan, meyveleri ağaçlardan toplayıp yiyen, hava kararmadan ve annesi on defa seslenmeden asla eve girmeyen, aşktan önce dostluğu öğrenen son çocuklar mıydık biz?

BİRGÜL KOPUZ - Cumhuriyet Dergi - 25 Nisan 2004


NOT: Bu yazı tam 8 yıl önce yazılmış ve Cumhuriyet gazetesinin pazar ekinde yayınlanmıştı. Sanki yeterince anlatamamışım gibi, şimdi olsaydı çok daha başka anlatırmışım gibi... O zaman öyle anlatmışım... Belki, sonra da başka türlü anlatırım, kim bilir! Onu da beğenmem sonra bir daha anlatırım... Çünkü şunu biliyorum ki, Büyükdere'yi hep anlatacağım ve nereye gidersem hep özleyeceğim... 

3 yorum:

  1. Burnum sızladı, gözlerim yaşardı. Bir Yeşilköy'lü olarak aynı duyguları ben de yaşarım. Dönüp eski yeşilköy günlerini anımsarım.
    Kaç kere ve nasıl anlatırsanız anlatın mükemmel bir yazı çıkmış ortaya, elinize sağlık!
    Yenilerinden haberim olmasın rica ederim.
    Meral Döşemeciler

    YanıtlaSil
  2. burnum sızlamadı, gözlerim de yaşarmadı ki... sadece kilise kapısıyla sonlanan o eski arnavut kaldırımı sokağı severim, bir de koca kilisenin arkasından geçmek de hoşuma gider, bir de taş iskelenin civarlarında bir banka oturup denize giren çocukları izlemek ne kadar hoşuma gitmese de bazen yaparım, bir de sahilden kireçburnu'na doğru yürümek de güzel, sarıyer'e doğru yürümek de güzel ama, o yol, merkezle bitiyor, ötekisi bitmiyor... bir de ben aşağıya, çay bahçesine indim mi, oturup ince+sigara içmeyi çok seviyorum. "ince" dediğim, artık bizim yöresel lezzetimiz gibi oldu. halbuki; çok basit bir şey, çay bardağının içinde nescafe. ama n'apiym, basit bir çay içeceğime, lezzetli bir ince iyi gidiyor. üstelik, sadece bizim aşağıdaki çay bahçeleri biliyor incenin ne olduğunu. çelik gülersoy parkı da çok güzel, oradaki insanlar tarafından beslenen köpeklerden bazısı çok fazla büyüdü. bir tanesini ben mandaya benzetiyorum. hayvan, bütün gün boyunca yatıyor ve yemek yiyor. kedilerimiz de çok sevimli, hep yeni yeni, ufak yavrular türüyor. bundan bir-iki ay önce, yiğit cafenin yanındaki çay bahçesi son iskele'nin ön tarafındaki ağaç saksısının içinde birkaç yavru gördüm. saksıyı plastik tel örgüyle çevirmişler, yavrular da içinde ve çok şirinler. bir de istanbul'un içinden büyükdere'ye dönüşte, bizim ışıklar durağında deniz kenarında inmek, çok güzel oluyor. bir de daha oralara gelmeden, hacıosman bayırından aşağı inmek de çok eğlenceli. galiba istanbul trafiğinin en eğlenceli yollarından birisi hacıosman bayırı :)

    YanıtlaSil
  3. Merhaba, Büyükdere'de doğmuş büyümüş ve farklı bir semtte yaşamak zorunda kalan birine bu yazının neler ifade ettiğini anlatamam. Evimiz eski pazar sokağındaydı. Her sabah kalkar, sahilden yürüyerek Sarıyer'e okula giderdim. Boğaz'da büyümek çok farklı. Alışıyorsunuz o en güzel maviye, en çığırtkan martıya, yosun kokusuna... Memleket gibidir Büyükdere, kelimelere sığmaz.
    Saygılar

    YanıtlaSil