4 Ocak 2012 Çarşamba

Ferhat Göçer

“Her şey bir peri masalı gibiydi…”


Onunla buluştuğumuzda büyük bir heyecan içindeydi. İkinci albümü ‘Yolun Açık Olsun’ daha yeni yola çıkmıştı çünkü. İlk albümün başarısından sonra yeni albümün de aynı ilgiyi ve beğeniyi kazanıp kazanamayacağını merak ediyordu. İşte bu yüzden son heyecandan, yeni albümden başladık sohbete. Bugünden başlayarak düne doğru ilerledik. Ve söyleşi ilerledikçe de yavaş yavaş yumuşadı yüz hatları, gerginliği azaldı, gülümsemesi çoğaldı…

Sezen Aksu şarkıları…
“İlk albümü çıkarttıktan sonra, girdiğiniz sektörün içinde artık albümlü bir sanatçı olmaktan dolayı yaşadığınız sorumluluk; ikinci albüm de ilk albümün başarısını yakaladığı takdirde istikrarlı bir sanatçı olma yolu, ya da aksi halde aynı başarıyı yakalayamazsanız tek albümlük bir sanatçı olma riski… İşte bütün bunlardan dolayı sanki bir sırat köprüsünün üzerindeymişim gibi biraz tedirginim doğrusu. Bu nedenle son albümümü hazırlarken, tüm bu riskleri göz önünde bulundurarak daha fazla yatırım yapma ihtiyacı hissettim. Sadece benim eserlerimden oluşan bir albüm de olabilirdi ama bunun yerine daha güçlü bestecilerin, söz yazarlarının, başarısını kanıtlamış insanların albümde olmasının, nispeten beni daha güvende hissettireceğini düşündüm. Albümdeki on iki şarkının sekizi benim eserim olacakken, kendi eserlerimi üçe düşürdüm ve Sezen Aksu’dan, Şehrazat’dan, Bülent Özdemir’den, Sıla’dan eserler aldım. Kendi şarkılarıma karşı daha acımasız davranarak seçim yaptım. 2005 de ilk albümümü çıkarırken bu kadar bilinçli ve hassas değildim açıkçası.”
Birden bir Sezen Aksu şarkısı başlıyor çalmaya… Beraberinde bütün hüzünleri, yarım kalmış aşkları, ayrılıkları da getiriyor sanki. Ama Sezen Aksu’nun değil Ferhat Göçer’in sesinden…

“Babam ve Oğlum” gibi
Şimdi geldiği noktadan geriye dönüp de 2005 yılına yani ilk albümünü çıkardığı döneme bakınca, şu anda yaşadığı sancıları o zaman yaşamadığını itiraf ediyor Ferhat Göçer. “İlk albümümü çıkarırken bu kadar bilinçli ve hassas değildim açıkçası. Kendi eserlerim vardı, yıllardır sahnede söylediğim şarkılar vardı… Bunları birleştirip bir albüm haline getirdik. İlk albümün satış rakamları şu anda 300 binin üzerinde. E, başarılı olmuşsunuz, şarkılarınız çok güçlü, besteleriniz çok güçlü… Kendime daha fazla güvenmem gerekirken daha tedirginim şimdi.” Ferhat Göçer’in ilk albümü öyle birden bire bir satış patlaması yapmadı aslında. Yavaş yavaş, kulaktan kulağa yayıldı, herkes birbirine söyledi ve çok iyi bir satış rakamını yakaladı. İlginç bir benzetme yaparak açıklıyor bu durumu Göçer: “Ben biraz ‘Babam ve Oğlum’ filmiyle kıyaslıyorum ilk albümümü. Yavaş, derinden ama kulaktan kulağa yayılarak… İzleyip de beğenen insanların birbirine aktarmasıyla, yani filmin kendi gücüyle gelen bir başarı…”

Peri masalı başlıyor
İlk albümden biraz daha geriye gidiyor ve ilk keşfediliş hikayesini dinliyoruz Ferhat Göçer’den. “Çırağan’daki Q Cazz Bar’dan Nez’in ayrıldığı dönemdi. Gittim ve orada çalışmak istediğimi söyledim. Kisa Brown Çarşamba akşamları çıkıyordu ve ben de onun önünde 45 dakika kadar bir program yapıyordum önceleri. Çarşamba akşamları kalabalıklaşmaya başladı. Derken Kisa Brown’ın yerine Çarşamba akşamları müzik yapmaya başladım. Birden her şey güzelleşti…” Ve işte peri masalının en muhteşem anı…”Bir gün Hanzade Doğan, arkadaşlarıyla birlikte oraya geldi. O anı, o kadar net hatırlıyorum ki, üzerindeki elbiseye kadar her şeyi hatırlıyorum. Neyse, program bitti yanına davet etti beni. Konuşmaya başladık. ‘Ne yapmak istiyorsun?’ dedi. ‘Hayalim albüm çıkarmak’ dedim. Sihirli bir değnek gibi aynı…Bir hafta içinde yıllardır uğraştığım şeylerin hepsi birden çözülüverdi. Tek bir gecede oldu her şey. Ama şimdi dönüp baktığımda görüyorum ki, o tek bir gecenin ardında, benim yıllardır birikimlerimin, emeklerimin, yani o gece orada olabilmem için hazırlanmış malzemelerin payı var. Gerçekten bir peri masalı gibiydi Hanzade Hanım’la tanışmam.”

Öğrencilik yılları
Biz yine yavaş yavaş geriye gitmeye devam ediyoruz. Şimdi de öğrencilik yıllarına götürüyor bizi Ferhat Göçer. Henüz tanınmadığı, bilinmediği, hem tıp fakültesinde hem de aynı zamanda konservatuvarda öğrenci olduğu yıllara… “İlle de doktor olacağım diye bir isteğim yoktu. Biraz aile yönlendirmesi diyelim. Tıp fakültesini kazanınca geldim İstanbul’a ilk kez. Kuş gibiydim o zamanlar, dünyadan haberim yoktu. Müzikle hiçbir alakam yoktu henüz. Ta ki 1988 yılına kadar.”1988 yılında tıp fakültesinden birkaç arkadaşıyla birlikte İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın sınavına girip de kazanınca birden dünyası değişmeye başlamış. Tıp fakültesiyle konservatuvarı aynı zamanda bitirmiş.
O dönem operanın başındaki Yekta Kara’dan kadro istemiş operaya girmek için. Ama olmamış, kadro açılmamış. Şimdi iyi ki de öyle olmuş diye düşünüyor aslında. “Hani her şeyde bir hayır vardır derler ya, o dönem en büyük hayır bu oldu benim için. Eğer o dönem operaya girseydim, şimdi hekimlik yapamazdım.” Operaya giremeyince uzmanlık sınavını verip doktor olmuş. Bu arada hemen bilmeyenler için not düşelim Ferhat Göçer halen daha Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde doktorluk yapıyor. O bir cerrah aynı zamanda.
Okulu bitirip mecburi hizmete gittiğinde ilk evliliğini yapmış ünlü sanatçı. Ama 1998 yılında ilk eşinden ayrılmış ve 2002 yılında ikinci evliliğini yapmış. Şimdiki eşi finans sektöründen. İlk evliliğinden on yaşında, ikinci evliliğinden de 2 yaşında bir çocuğu var.

"Fırat kıyıları ve dedem"
Şimdi de başa, hikayenin en başına gidiyoruz ve çocukluğunu dinliyoruz Ferhat Göçer’den. İzmit’te geçen çocukluk günlerini anlatırken yüzüne yerleşen o masum ama hınzır çocuk gülüşünden anlıyoruz ki, gerçekten güzel bir çocukluk geçirmiş. Öğretmen bir anne babanın çocuğu Ferhat Göçer. Aslen Urfalılar ama babasının tayini üzerine Urfa’dan çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği İzmit’e gelmişler. Urfa’ya ait hatırladığı şeyler çok az: Fırat kıyısı ve dedesi… Küçük Ferhat henüz üç-dört yaşlarındayken İzmit’in Düzlük köyüne bir atın heybesinde çıkışını bugünmüş gibi hatırlıyor. “Yarısı Trabzonlulardan yarısı Rizelilerden oluşan bir köydü. Gözümü açtığımda Karadenizlilerin ortasındaydım. Çok renkli bir çocukluktu, Heidi’nin çocukluğu gibi. Sevdiğim bir kız vardı o zaman, Huriye isminde. Trabzonlu, çok güzel masmavi gözlü, sapsarı saçlı bir kız çocuğu düşünün… ilk aşkım oydu diyebilirim. Aşk değil de çocukluk işte… Çok kavga ederdik, ele avuca sığmaz yaramaz bir kızdı. Ama ben çok sakin,uslu bir çocuktum. Bütün çocukluğumu o dağ köyünde geçirdim.”

Ferhat Göçer’le yaşama ve müziğe dair...

-       Ben bugün bu söyleşiye ameliyattan çıkıp geldim ve kendimi çok huzurlu
hissediyorum. Sadece müzikle uğraşsaydım kafayı üşütürdüm herhalde. Bu başka bir ruh hali, ancak beni dengeliyor.
-       Sahip olduğum şöhretle insanların beni koyduğu yer; skandallarla değil duruşumla, hekimliğimle farklı bir konumlandırma ve bu bana daha ağır bir sorumluluk yüklüyor. Yaptığım her hareketi oturup üç defa daha düşünmek zorundayım.
-       Televizyon çok garip bir şeydir. Bir kere başlarsanız hele işler de iyi gidiyorsa; ben kendimi biraz geri çekeyim demek, tıpkı bir iğnenin mıknatıstan kendini geri çekmeye çalışması gibidir.
-       Oyunculuk yeteneğim olduğunu düşünmüyorum ama bir filmin içinde küçük bir rolüm olsun çok isterim.
-       Ölmeden önceki tek yapmak istediğim şey, dünyanın her yerinde şarkılarımızı, türkülerimizi söyleyen bir sanatçı olabilmek. Çin’de ya da Rusya’da bir konser versem çok heyecanlanırdım mesela.  

BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Nisan 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder