13 Ocak 2012 Cuma

Deniz Çakır

“Hayatın içinde Deniz, anladı ki sözler çok gereksiz!”


Sevilen dizi “Yaprak Dökümü”nde Ferhunde olarak izliyoruz onu… Şeytani bir zekaya sahip, güzel bir kadın. O şeytani zekasını kimi zaman başkalarının kuyusunu kazmak için kullansa da, bazen kendisine de zarar verebiliyor. Ama her şeye rağmen sevilen, beğenilen “kötü”lerden o... Belki “Hiçbir kötülük sebepsiz değildir” sözünü hatırlattığından, belki de yeri geldiğinde pişmanlık da yaşayabilen, erdemli de davranabilen bir “kötü” olduğundan… Ferhunde’ye hayat veren Deniz Çakır’la Ferhunde’yi, şu “iyilik-kötülük” kavramlarını, oyunculuk serüvenini, yaşamı ve aşkı konuştuk…

Zeynep’lerin uğuru
31 Aralık 1981’de Ankara’da doğmuş Deniz Çakır. Çocukluk yılları ve öğrencilik hayatı Ankara’da geçmiş. Ayrancı Süper Lisesi’nde okurken bir gün bir tiyatro oyununa gitmiş ve hayatının akışı bambaşka bir yönde değişmiş o günden sonra. Gelin şimdi o günlere götürsün bizi Deniz Çakır: “Tiyatroyu çok severdim, tek başıma oyunlara giderdim. Bir gün yine bir oyunda Zeynep Eronat’ı izledim sahnede. Öyle etkilendim ki, oyundan sonra yerimden kalkamadım. Kendimi sahnede onun yerine koyarak izlemiştim oyunu ve inanılmaz heyecanlanmıştım. İşte o an ‘ben sahnenin öbür tarafındaki insan olmalıyım’ dedim kendi kendime.”
Önceleri imkansız gibi gelmiş ona tiyatrocu olmak. Çünkü onun gözünde tiyatro sanatçıları o kadar yüksek bir mertebedeymiş ki! Ama kafasına koymuş bir kere ve başlamış sınavlara hazırlanmaya. Kurslar, dersler derken o dönem bir başka Zeynep girmiş hayatına. “Çok enteresandır, benim tiyatro konusunda bir Zeynep serüvenim var… Bana tiyatrocu olacağım dedirten Zeynep Eronat’tır, beni konservatuvar sınavlarına hazırlayan hocam Zeynep Aytek’tir. Ve ben konservatuvardan mezun olurken, hazırlayıp sınava soktuğum öğrencim de Zeynep Yalçın’dır.”

Ver elini İstanbul
Kendine çok güvensiz olarak girdiği konservatuvar sınavını kazanmış Deniz Çakır. “Kendi içimde öyle büyük bir savaş veriyordum ki! Yaprak gibiydim ama onlar bana ağaç gibiydin dediler. İlk rüyam gerçek oldu böylece.” Konservatuvarda okurken İstanbul’a gelmek, hele de dizilerde oynamak gibi bir düşüncesi hiç yokmuş başarılı oyuncunun. Tek derdi tiyatroymuş, Ankara’da tiyatro yapmak… Ama sonra seçeneklerin azlığı karşısında fikri değişmeye başlamış yavaş yavaş… “Oyunculuk çok sınırsız bir serüven, bunun sineması var, televizyonu var, pek çok alanı var. Eğer mezun olur olmaz İstanbul’a gitmeyi göze alamazsam bir daha alamazdım biliyordum, kapıların üzerime kapanmasını. Çünkü tanıdığım hiç kimse yoktu İstanbul’ da.” Her ne kadar çevresindekiler, “Orası büyük deniz, boğulursun, kurtlar sofrası”, gibi şeyler söyleseler de Deniz Çakır, “Büyük riskler almadan büyük başarılar kazanılmaz” diye düşünerek ve “Gittiğin yolda çok fazla engel yoksa o yol seni bir yere götürmez” sözüne inanarak İstanbul’da yeni bir yaşama başlamaya karar vermiş.

Reddedilmesi imkansız teklif
Ve bakın İstanbul’u nasıl yaşamış, İstanbul’da neler yaşamış… “Adımımı attığım ilk günden itibaren çok iştahlandırdı bu şehir beni… Sanatın her dalında çok fazla iştah kabartan bir şehir burası, bir Açıkhava müzesi… İnanılmaz bir cazibesi, kişiliği, tarzı olan bir şehir... Bu şehirde duvarların tarihi var. Bambaşka bir dili var İstanbul’un ve o dil seninle örtüşünce hikayeni daha rahat anlatabilmek için sana bir yol sunuyor. Çünkü ben çok değişkenim ve deli bir tarafım var.”
İstanbul’un diliyle, Deniz’in dili örtüşünce, bu çılgın şehir, bu deli kızı çok sevince yani masal da başlamış işte… Konservatuvardan hocası olan Cihan Ünal vasıtasıyla “Kadın İsterse” dizisine CV’sini göndermiş ve bingo! “Bana reddedilmesi imkansız bir şey teklif ettiler. Kadro süper, bir sitcom yani sesli çekim olacak ve tiyatro mantığıyla çekilecek. Öte yandan İstanbul’daki ilk işim ve ben ana kadrodayım. Şahane yani! Hayatımdaki en büyük şanslardan biridir bu başlangıç.”
İlk günler karmakarışıkmış, sudan çıkmış balık gibiymiş Deniz Çakır. Hülya Avşar’la aynı dizide oynamayı, medyayla iç içe olmayı falan biraz yadırgamış başlangıçta, ne de olsa serde Ankaralılık var. Bu şehir yabancı ona, şehir ve içindeki her şey… “O yıllar yani 2004-2005 sezonu benim için hayatımda her şeyin yeni olduğu çok özel bir dönemdir. Çok muhteşem geçmedi ama özeldi. Çünkü şehir yeniydi, iş yeniydi, ben yeniydim… İlk kez ayaklarım yere bastı, ilk kez para kazandım. Ve “Kadın İsterse” bana çok uğurlu geldi.”

Duyarsız bir kadın olsaydı, kötü olmazdı
“Kadın İsterse” den sonra “İki Arada Aşk” ve “İşte Benim” adlı dizilerde de oynadı Deniz Çakır ama ona asıl şöhreti getiren “Yaprak Dökümü” dizisindeki Ferhunde rolü oldu kuşkusuz.  “Kötüyü oynuyorum diye oynamıyorum. Yazılanı kafamda analiz ederek; artılarını, eksilerini, nedenlerini, olurlarını bularak oynamaya çalışıyorum. Bütün o eski dizilerdeki, filmlerdeki eski kötülere baktığınızda hep kötülük yapmışlar, hiç pişmanlık yaşamamışlar. Kötülerin gerçekçi olabilmesi için pişmanlık da yaşaması gerekir çünkü en insani duygudur pişmanlık. Kimisi çaktırır bunu kimisi çaktırmaz, ama yaşar. Bizim dizimizde kötüler pişmanlık yaşıyor, iyiler de kötülük yapabiliyor. En iyi görünen karakterin bile yanlışları, hataları oluyor, en kötü görünen karakter bile erdemli davranabiliyor.”
 “Ferhunde karmaşık bir kadın, bugün iyi o zaman iyi olacak gibi bir kadın değil, enteresan bir kadın o. İnsanların onu bu kadar kolay eleştirmeleri üzüyor bazen beni.  Çünkü bir geçmişi var, bir hikayesi var. Nedensiz değil yaptığı kötülükler. Çok kadınsı şeyler, kadınsı kıskançlıklar, çocukluğunda annesiyle babasının arasındaki şeyler… Duyarsız bir kadın olsaydı bu kadar kötü olmazdı çünkü boş verirdi hayata ama öyle değil.”

Oyunculukta an’ları severim…
Deniz ile Ferhunde’nin ortak yönlerini ise şöyle anlatıyor başarılı oyuncu: “İkisi de matrak. Kendinden ne kattın role dersen, o kötülüğün baskınlığını biraz azaltmak için matraklık katıyorum Ferhunde’ye. Çünkü kötülük zeka işidir, komiklik de zeka işidir. Ben mizahı ve o şeytani zekayı Ferhunde’de buluyorum. Matrak bir kadın… Zeki olduğu için komik, zeki olduğu için kötü. Bence Ferhunde’nin en belirgin özelliği kötülüğü değil, zekası. O yüzden kötülüğü bu kadar dikkat çekiyor.”
Eğer “Yaprak Dökümü”nde Ferhunde’yi oynamasaymış Fikret’i ya da Sedef’i oynamak istermiş güzel sanatçı. Nedenine gelince… “Ben genel olarak hep baskın karakterleri oynadım, fiziğimle alakalı belki. Kötü demiyorum ama baskın, güçlü, eylemini konuşarak ifade eden, dilini iyi kullanabilen kadınları… Ama hayat içinde Deniz anladı ki, sözler çok gereksiz… O yüzden Deniz fotoğraf çekiyor, dans ediyor normal hayatında. Sözsüz ne kadar ifade yöntemi varsa onları kullanmaya çalışıyor çünkü sözler o kadar da gerekli değilmiş aslında, anladı Deniz. O yüzden Ferhunde’nin mimikleriyle ilgili iyi eleştiri aldığımda çok mutlu oluyorum. Sessiz izlediğimde bir diziyi, o kişinin oyunculuğundan bir şey algılayabiliyorsam eğer, o kişi benim için iyi oyuncudur. Ben oyunculukta ‘an’ları severim. “Yaprak Dökümü” anlarla dolu, sessiz de izleyebileceğiniz bir dizi. Bu da beni çok doyuruyor.”

“Tanıdığım en arızalı insanım”
Oyunculuk dışında fotoğraf çekiyor, dans ediyor. Ama bunlar bugün için geçerli, üç gün sonra ne olur bilinmez. Çünkü “Çok çabuk bir şeyler beni tahrik edebiliyor hayata karşı” diyor. Çok fazla yarına dair cümleler kurmayı sevmiyor, yarın ne yapacağını düşünürken bugünü kaçırmak istemiyor. Tiyatroya devam ama sinema hayali de var. En çok da bir Ferzan Özpetek filminde oynamayı istiyor. Dans dedik ama adını da koyalım, tutkusu flamenkoymuş ve “tam benim dansımmış” dediği flamenkoyla tiyatroyu birleştirecek bir proje hayali var. Hayatından sıkılan ve bundan şikayet eden insanlardan olmamaya kararlı. Hayatından sıkıldığı zaman yapabileceği pek çok şey olduğunun farkında çünkü…
Sonradan geldiği ve büyükü bir tutkuyla bağlandığı bu şehrin, İstanbul’un hayal gücüne sunduğu sınırsız olanakların da farkında… “Eskiden daha çok duvarları, tabuları olan bir insandım. Çok ‘hayır’larım vardı, ‘asla’larım vardı. Şimdi hiç aslam yok” diye anlatıyor eski Deniz’le şimdiki Deniz arasındaki farkı. Değişime, dönüşüme geliyor söz… “Ben tanıdığım en arızalı insanım” diye bir itirafla başlıyor söze ve devam ediyor, “çok fazla kusurlarım var ama elimden geldiği kadar kendimi değiştirmeye çalışıyorum. Bir şeyi değiştirirken başka bir şeyi de yıkıyor olabilirim ama en azından bu çaba bile bana yaşadığımı hissettiriyor.”

Aşkın ayrılık haline de severim…
Aşkın getirdiği değişimi de seven bir kadın o. İlişkiyi değil aşkı seven bir kadın… Aşk lafı geçtiğinde kelimeleri çoğalıyor… “Aşk beni tepeden tırnağa değiştirir. Aşk dünyanın en güzel şeyi, saklamaya da çalışmam. İlle bir ilişki yaşamaktan bahsetmiyorum. Bir ilişki yaşamasam da birine karşı bir heyecan duyuyorsam ne mutlu bana. Aşk beni olumlu yönde harekete geçiriyor, her konuda ‘nasıl üretebilirim’ e götürüyor.”
Peki ya aşkın ayrılık hali? “Ben aşkın ayrılık halini de seviyorum, o da çok güzel. Aşk varken bittiyse ilişki, o gözyaşları da çok güzel, sana yaşadığını hatırlatıyor. Aşk acısı yaşamayı da severim. Ama öyle melankolik olmam aşk acısı çekerken. Okuduğum kitapların türü değişir belki, şiir okurum mesela. Ama o da bana başka bir şey katar”. 

BİRGÜL KOPUZ / Seninle Dergisi - Mart 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder