9 Haziran 2012 Cumartesi

Ben Giderim Batum'a...


"Dedem Batum’dan gelmiş” der dururdu annem, ‘Ben Giderim Batum’a’ adlı türküyü her dinlediğinde. Ben de merak ederdim neresidir bu Batum, uzak mıdır, yakın mıdır, güzel midir diye...  Nihayet bu merakımı giderdim bir Karadeniz ziyaretinde. Elimde pasaportum, ‘Hadi Batum’a gidelim’ deyince kuzenime önce tuhaf tuhaf baktı yüzüme, sonra anladı ki iş ciddi düştük yollara... İyi ki de düşmüşüz! İşte size ‘dede topraklarından’ ilginç hikâyeler...

Trabzon’dan, Rize’den, Artvin’den yani Doğu Karadeniz’in illerinden Batum’a düzenli olarak otobüs seferleri var. Üstelik sudan ucuz, biz Rize’den adam başı 15 TL verdik. Pasaportumuz cebimizde, yaklaşık 4 saat sonra Gürcistan topraklarına ayak bastık. Burada önemli bir not: Eğer hafta sonu giderseniz gümrükte epeyce yığılma olduğundan çok beklemeniz gerekiyor, biz bunu bildiğimiz için Pazartesi sabahı düştük yollara...

İlk önce bizi Batum’un inekleri karşıladı (hani şu meşhur ‘angus’ hazretleri). Otobanın ortasında salına salına yürüyorlar, geçen arabalar falan umurlarında değil, buranın kralı onlar anlaşıldı... Arada bir başlarını kaldırıp pis pis bakıyorlar otobüs şoförüne. Malum bizim şöfor Rizeli. Eyvah diyoruz şimdi kavga çıkacak. Ama şoförümüz alışık anlaşılan, selam verip geçiyor angus hazretlerine. Bir oh çekerek yolculuğa devam ediyoruz
Yaklaşık 20 dakika sonra otogardayız. İlk şok burada yaşanıyor zaten.

Otogarı şöyle anlatmaya çalışayım size; bizim eski Topkapı otogarını bilenler bilir. İşte onu gözünüzün önüne getirin ve 10 kat daha fenasını düşünün. Her yerde çöpler, çöpleri eşeleyen kadınlar, dökülen üst başlarıyla bir kenarda durmuş sizi gülerek (ama pis pis) seyreden erkekler (çoğu bıyıklı ve hepsi Lazlara benziyor), yerlerde barbut oynayanlar. Barbut zarla oynanan bir kumar oyunu ve burada oldukça yasal. Kumarhanede değil otogarda oynanacak kadar. Kuzenimle göz göze geliyoruz, bir şey söylemese de ben okuyorum gözlerinden: “Tutturdun Batum da Batum. Buralara getirdin beni. Burada adam soyarlar yahu! Bıktım senin şu macera tutkundan. Bakalım başımıza neler gelecek.”

Neyse ben ümidimi kaybetmiyorum henüz. Önce bir otel bulmamız gerekiyor. Daha önce Batum’a gelmiş bir arkadaştan aldığımız tavsiyeyle, bir taksiye binip otelimizin adını veriyoruz taksiciye. Burada en büyük sorunlardan biri de dil sorunu. Kimse İngilizce bilmiyor, sadece Rusça ve Gürcüce biliyorlar. Ama Türkçe konuşamasalar da çat pat anlıyorlar. Türkiye’ye gelip giden çok olduğu için kulakları Türkçeye aşina anlaşılan. O yüzden yarı Türkçe yarı vücut diliyle anlaşıyoruz mecburen. Neyse Allahtan oteldeki resepsiyonist çocuk Türkçe biliyor. Otel çok komik. Bir ‘kitsch’ şaheseri.  Perdeler 70’lerden kalma, tüllerse birer 80 klasiği... Odalardaki çarşaflar başka renk, nevresimler başka, yastık kılıfları bambaşka. Hiçbir şey birbiriyle uyumlu değil.

Sabahın köründe bir gürültüyle uyanıyoruz. Birileri koridorda bağıra bağıra kavga ediyor. Hemen resepiyonu arıyorum ve resepsiyondaki Türkçe bilen (!) arkadaşla şöyle bir konuşma geçiyor aramızda:

- Koridorda korkunç bir gürültü var,  susturur musunuz lütfen, uyuyamıyorum.
- Ne istiyorsun?
- Gürültü var diyorum, duymuyor musunuz?
- Su istiyorsun???
- Hayır su istemiyorum, gürültü var diyorum. Sadece uyumak istiyorum.
- Ha, odada yok su. Aşağıda var. Sen kalkıp aşağı geliyorsun.
- Haaaaaaayıııııııırrr. Uyumak istiyorum.
- Sen ne istiyorsun???

Artık daha fazla enerjim kalmıyor ve telefonu kapatıyorum. Uyanıp üstümü giyiniyorum, saat henüz sabahın 7’si ama olsun şehir turuna çıkarım erkenden. Elimde fotoğraf makinesi dalıyorum Batum sokaklarına...
Burada kaybolmanız çok zor. Bütün sokaklar denize çıkıyor çünkü ve neredeyse bütün sokaklar şantiye yeri gibi. Şehir inşaat halinde. Pek çok Türk firması da dikkatimizi çekiyor bu arada. Ve tabii ki çok fazla sayıda Karadenizli erkek. Çoğunun burada bir Gürcü sevgilisi var. Hafta sonları atlayıp arabaya geliyorlar. Oteller çok ucuz, benzin sudan ucuz, et ucuz, içki sigara ucuz... Daha ne olsun! Çay parasını ya da maaşını alan Rizeli erkek, soluğu Batum’da alıyor yani. Bir de arabasının deposunu üçte biri fiyatına benzin dolduruyor, içkisini sigarasını alıyor. Karısına ve çocuklarına da 5 kilo et götürüyor, sus payı... Oturtmuş düzenini yurdum insanı.

Herkesin ilgisini çekiyorum sokaklarda dolaşırken, hemen anlıyorlar yabancı olduğumu. (Kılık kıyafet farkı diyebiliriz, orada hala 80’lerde yaşanıyor). Ama İstanbullu olduğumu söyleyince hiç bir yerde böylesine iltifata mazhar olmamıştım daha önce. İstanbul sanki Paris demek Gürcüce! Gözleri parlıyor hemen, saçımı, üstümü başımı okşamaya başlıyorlar. Ben böyle şey görmedim! Gerçekten çok gerçeküstü! Biraz Türkçe bilenler, ne kadar çok görmek istediklerini anlatıyorlar İstanbul’u. Sokaklardan birinde bir Türk barı görüyorum, kapının önünde iki adam oturuyor. Fotoğraflarını çekiyorum. ‘Nerelisin’ diye soruyor biri. ‘İstanbulluyum’ deyince başlıyor şarkı söylemeye iyi mi: ‘Ah İstanbul İstanbul olalı, hiç görmedi böyle keder...’ Sezen’in şarkısını söylüyor adam resmen.

Türkler burayı fethetmiş. Türk kasabı, Türk berberi, Türk lokantaları, Türk barı... Sokaklarda yürürken mutlaka Türkçe konuşan birilerine rastlıyorsunuz. Erkekler sabahın köründe başlıyorlar içmeye, kadınlar çalışıyor. Dükkânların çoğunda kadınlar var. Yaşlı olanlar sokaklarda seyyar satıcılık yapıyor. Gürcüce Lazca’nın ikiz kardeşi. Ne dediklerini anlamasınız da vurguları aynı. Küfür ettiklerini de anlıyorsunuz iltifat ettiklerini de... Bizim Türk kahvesinin yerini Gürcü kahvesi almış burada. Türk kahvesinden tek farkı aromasının olmayışı. Kokusuz Türk kahvesi yani. Sokaklarda kahve içip fal bakan kadınlar var. Fotoğraflarını çekmek isteyince hemen gülümseyip poz veriyorlar. Bir tanesi ‘Beni de götür İstanbul’a’ diyor. Böyle bir sevgi seli yani!

Cebinizde az parayla güzel bir tatil yapabilirsiniz Batum’da. Güzel insanlar tanırsınız, şaşırırsınız, öfkelenirsiniz, bol bol da gülersiniz. Ama öyle dört yıldızlı konfor bekleyenlerin şehri değil burası. Daha çok sınırın hemen ötesinde neler oluyor acaba diye merak edenlerin, bir halkın değişme dönüşme çabalarını anlamak, bir de işte benim gibi ‘dede topraklarını’ gidip görmek isteyenlerin şehri... Birkaç seneye kalmaz Gürcistan’ın sayfiye şehri olmaya hazırlanan, bizim denizin çocuklarının şehri...

Yazı ve fotoğraflar: Birgül Kopuz (Ekim 2010)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder