21 Aralık 2011 Çarşamba

Metin Uca

“Ben yalnız bir sokak kedisiyim”

Biz ‘kadınlar’ dedik o ‘sosyal demokratlar’ dedi, biz ‘aşk’ dedik o ‘papağanım Tayyibe’ dedi. Böylece sürüp gitti söyleşi. Sık sık kahkahalarla  ve ‘bip’ sesleriyle kesilse de… Bip seslerinin hangi kelimelere denk geldiğini siz bilemeyeceksiniz ne yazık ki. Hem istesek de olmaz, yerimiz dar… Çünkü Metin Uca, “Kırkından sonra saz çalınmaz” dese de sazı aldı eline ve sözü bırakmadı… Ve tadı tuzu yerinde bir söyleşi çıktı ortaya.

Aşk çocuğu
“1961 yılının hisli bir Kasım akşamı İstanbul’da, küçük bir bürokrat ailesinin ilk çocuğu olarak başlıyor benim hikayem. Ailenin ilk çocuğu ve aşk çocuğu.” Ama çocukluk anıları Ankara’dan başlıyor. Babasının görevi nedeniyle İstanbul’dan Ankara’ya gitmişler çünkü. Babası Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde Sağlık İdarecesi olarak görev yapıyormuş. “Ankara’da Söğüt Caddesi’nde bir çatı katında oturuyorduk. Söğüt’ün köklü ailelerinden birinin kızıyla, Hakkari’li bir ‘züğürt ağa’nın oğlunun ilginç aşk evliliğinin çocuğuyum ben. Ortaokul Sosyal Bilgiler kitabındaki gibi bir aileydi bizimkisi. Anne turşu kurar, baba işe gider. Küçük bir memur ailesi işte.”
Mutlu bir çocukluk yaşamış Metin Uca. Kendi yaptığı oyuncaklar, teneke arabalar ve çok sevdiği trenlerle geçen çocukluğunu özlüyor sanki. Sonra bir kız kardeşi gelmiş dünyaya, ondan üç yaş küçük. Kardeşini kıskanmamış hiç ama bazı küçük yaramazlıklarını da itiraf ediyor. “Sadece iki şeyini çaldım kardeşimin. Çikolatalarını ve muzlarını. Ama şimdi o açığı sevgimle kapattığımı düşünüyorum.” Güzel geçen çocukluğu çalkantılı bir döneme denk gelmiş aslında. “Cin Ali kitaplarının ve ’Ali topu tut’, ‘Baba bana bal al’ cümlelerinin fiş halinde okutulduğu bir hayat. Bir memur ailesinin çocuğu olarak daha eşitlikçi daha özgür bir Türkiye arayışında geçen yıllar. İlk gençlik, ilk aşklar, ilk kavgalar, ilk hayal kırıklıkları ve adam olamamalar hepsini Ankara’da yaşadım.”

Unutulmayan bir fotoğraf
O çalkantılı yıllardan belleğine kazınmış bir fotoğraf var Metin Uca’nın. “Babamın elinden tutmuş, Ulus’ta yağmur altında ‘Halkçı Ecevit’ diye bağırdığım o günü hiç unutamıyorum. O benim için çok nahif, çok unutulmaz bir anıdır. Yeni umutlar, yeni hayaller vardı, herkesin daha iyi koşullarda yaşamasına, daha iyi bir dünyaya dair.  İşte ben o günden beri sosyal demokratım. Hiç değişmedim. Hala öyleyim, her şeye rağmen öyleyim. Çünkü eğer ülkem insanı için iyi şeyler yapmaya çalışıyorsam, hala bir romantizm taşıyorsam içimde bunu sosyal demokrat olmaya borçluyum.”

Gazetecilik aşkı
1979 yılında İstanbul teknik üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünü kazanınca biraz ürkerek gelmiş doğduğu şehir olan İstanbul’a. 1984 yılında üniversite bitince de, sınavı kazanarak Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda arama gurubu jeotermal enerji müdürlüğünde altı ay mühendislik deneyimi olmuş. Ama aklı fikri gazetecilikteymiş Metin Uca’nın. “Ben bir şeyi iyi yapamayacaksam, başaramayacaksam yarı yolda bırakmayı severim. Bunu hayatımın değişik evrelerinde yapmışımdır. Çalışma koşulları, bana dayatılan yaşam biçimi istediğim gibi değildi. Ben insanları, onların öykülerini anlamayı ve anlatmayı seviyordum çünkü. Biz ve onlar ayrımını yaşamış, Türkiye’yi anlamadan, kendini kurtarmadan, hayatı anlamaya ve Türkiye’yi kurtarmaya çalışan bir kuşak olarak 1980 darbesinde çok ciddi bir şok yaşadık. Hayat çok farklıydı o dönem. Bir yandan yeniliklere açıksınız, değişimi anlamaya çalışıyorsunuz, Türkiye’yle ilgili beklentileriniz, umutlarınız var. Ve ben karar verdim bunun en iyi gözlenebileceği yer gazetecilikti.” 
Ama mühendislik eğitiminin ona kattığı artıları da eklemeden geçemiyor:”Şu anda eğer bilimsel bir kuşkuculuk, neden sonuç ilişkisi, asla itaat etmeme ve aklına takılan soruları yüksek sesle paylaşma özelliği taşıyorsam bunu aldığım bilimsel eğitime borçluyum. Tam da ılımlı İslam’la birlikte itaat toplumunun yaratılmaya çalışıldığı, sesinin çıkarılmamasını insanlara öğretildiği, bana dokunmayan yılan bin yaşasın lafının hayat felsefesi olarak dayatılmaya çalışıldğı bir ortamda ben hiç üstüme vazife olmayan şeyler hakkında konuşmaya ve hayır demeye devam ediyorum. Bundan sonra da devam edeceğim.”

Mesleğe ilk adım
Bu arada Metin Uca’nın üniversitede okuduğu yıllarda TOBAV’ın kurslarına katılarak üç yıl boyunca Nesrin Kazankaya, Tamer Levent gibi hocalardan tiyatro eğitimi aldığını da öğreniyoruz. Neyse dönelim yine gazeteciliğe. İçinde depreşen gazetecilik aşkına daha fazla dayanamayarak Anadolu Ajansı’nın açtığı sınavı üçüncülükle kazanarak burada çalışmaya başlamış. “Karşılarında jeoloji ve tiyatro eğitimi almış, ağzı laf yapan hatta ukala, garip bir adam buldular. Ve ben Anadolu ajansında önce Ankara’dan kültür sanat haberleri yaparak başladım.” Ve gazetecilik hayatının üçüncü yılında ‘Türk adımlı bale’ haberiyle Bülent Dikmener haber ödülünü kazanmış. “Benim için çok önemli bir ödüldü o. Bundan sonra hayat şekillenmeye başladı benim için.” Ardından başka ödüller gelmiş ama bir gün ödül aldığı bir haberle, ceza alınca artık yeter demiş ve ayrılmış Anadolu Ajansından.

Televizyon macerası

Öykünün bundan sonrasına çoğumuz tanığız aslında. Özel televizyonların yeni yeni açılmaya başladığı doksanlı yılların başlarında Metin Uca, yaptığı ilginç haberlerle evlerimize konuk olmaya başlamıştı çünkü. Özellikle Kanal D’ye transfer olduğu 1994 yılı onun kariyerinde çok önemli bir yıl olmasına rağmen, yaşamında anımsamak istemediği kötü anılar da var o yıla ait. 18 ay arayla çok sevdiği annesini ve babasını kaybetmiş. Çok sallantılı bir dönem geçirmiş ondan sonra. Ama sığındığı şey, ilacı mizah olmuş. “Gülmece, mizah hem kötüye, namussuza karşı durmak için hem de içindeki acıyı unutmak için en sağlam yoldur.” Böylece televizyonda gülmece unsuru taşıyan haberler yapmaya başlamış. Haberin yazım biçimiyle olsun sunumuyla olsun insanlara ‘Kim bu çocuk?’ sorusunu sordurtmayı başarmış Metin Uca.
O dönemi anlatırken,  “Benim zaten içimde var olan gülmece duygusu ve toplumsal eşitsizlikleri anlatma merakı bir araya gelince ortaya gülmece unsuru taşıyan haberler çıkmaya başladı. Yani hayatın komiği ekrana yansımaya başlıyor. İçinde kurgu yok, olaylar zaten komik, Türkiye’ye özgü şeyler. Bunların içine biraz da siyasi hiciv katıldı hepsi o. Bunlar yeniliklerdi ve bu yenilikler beni hep üst noktalara, iyi yerlere getirdi.” diyor. Kanal D’nin ardından Kanal 6 sonra ATV derken Metin Uca artık ekranların sevilen ve aranan bir yüzü olmaya başlamış zaten. Ama yaşamda güzelliklerle acılar  iç içe. İşte Metin Uca’nın yaşamında da bu güzel başarıların yanı sıra tatsız sürprizler de olmuş elbet.

Acı tatlı günler
“Çok büyük bir trafik kazası geçirdim ve ölümden döndüm. Altı aylık bir felç dönemi yaşadım. Ama bu da önemli bir deneyimdi benim için. Kendi başıma kalmayı ve kendi kendime yetmeyi öğrendim böylece. Ben yalnız bir sokak kedisi olmayı her zaman tercih ederim.” Sol kolunu kullanamıyormuş o dönem. Üstelik o bir solak. Ama o halde bile hala program sunmaya devam etmiş. Ardından da yaklaşık üç buçuk ay süren bir işsizlik dönemi başlamış. Bakın o zor günleri nasıl anlatıyor: “O dönem otelde yaşıyordum ve çok zor günler geçirdim. Öyle ki ‘Akşam yemeğinde simit yiyeceğim, peki ama yarın?’ diye düşünüyordum. Üç gün sonrasının parası yoktu cebimde.” Ardından da tekrar güzel günler…Star Tv ve ‘Pasaparola’ macerası başlamış. Ve pasaparola ile birlikte bir anlamda şov dünyasına da adım atmış ve daha farklı bir izleyici kitlesiyle buluşmayı başarmış. Daha tanıdık ve sevilen bir televizyoncu olduğunu hissetmiş.

 Sevimli ama yaramaz
“Başarı üzerine endekslenmiş bir hayatım yok ama başarının yaşamımda çok önemli bir yeri var. Başarıdan kastım tanınıyor olmak değil, seviliyor olmak.” O, ailenin her şeyi söyleyen yaramaz, sevimli ama efendi çocuğu. Kimi yerde fırlamalık yapar ama büyüklerine çaktırmaz. Onun uğraştığı mahallenin kötü çocukları. “Ben hayatımda 9-10 kere kovuldum. Hiç pişman değilim. Benim yirminci köye kadar yolum var galiba. En sonuncusu da Pişti programıydı. Program önerisini ben getirmiştim. Hayata dair her şeyin konuşulduğu bir program yapalım dedik. Ama öyle olmadı, öyle olmayınca da diğer magazin programlarına benzemeye başladı. Son yaşanan tartışmadan sonra da…” Metin Uca o tartışmadan sonra programdan ayrıldı. Ama inanmak istemediği tek bir şey var. Kanalın sahibine şikayet edilmiş olması. Her ne kadar programdan kendi isteğiyle ayrılmış olsa da, bu şikayet söylentisi canını epey sıkmış.

Aşure gibiyim
Peki bütün bunların arasında aşk nerede diye soruyoruz ve kaçamak bir cevap alıyoruz. Hayatının kadını Tayyibe’yi anlatıyor bize. Hayır o bir kadın değil, papağanı. “Sağlıklı bir Türk erkeği olarak kadınlarla ilişkilerimde yapılması gereken bütün yanlışları yapmışımdır. Benim bütün sevgililerim dört dörtlüktü aslında. Ama hep dürüst davrandım kadınlara karşı, ne istemediğimi başından belirttim. Ve asla onların istediği kalıba bürünmedim. Ben eğer hayata macera olarak bakıyorsam, o kişi hayatımın ecesi olmuyor ama hayatımı renklendiren bir unsur oluyor.
Hayatım hiç hayal kırıklığı üzerine geçmedi, hiç pes etmedim. Bundan sonra da yanlışlar yaparsam eğer küçük bir çocuğun nahifliğinde olur. Şu aralar elde ettiklerimin değerini bilip, hayatımı temize çekerken, yaşadığım zenginliklerin ne kadar beni ben yaptığını anlıyor ve bunun keyfini yaşıyorum. Bugün bir şey olsa, ölsem öyle gözümün açık kalacağı pek bir şey yok. Bu yüzden de kırk yaşından sonra saz çalınmaz ama kırk yaşından sonra pilot olmaya çalışıyorum, uçuş dersleri alıyorum. Bir de müzik öğrenmek, piyano çalmak istiyorum. 
Ben çok renkli çok sesli bir insanım. Kimi zaman uzak bir kentte, bir sabahçı kahvesinde oturup insanlarla muhabbet etmeyi severim, kimi zaman dostlarımla Cenevre’de bir kafede sohbet etmeyi. Risotto da severim tereyağlı pilav da…Beethoven da dinlerim, Ali Ekber Çiçek’den bir türkü de…Favori yerim, favori müziğim, favori yemeğim yoktur o yüzden. Böyle pek çok şeyi kucaklama çabasını bir zenginlik olarak görüyorum. Aşure gibi hissediyorum kendimi ama iyi yapılmış bir aşure. Kötü yapılmış aşurede sadece bir şey ağır basar ve tadı bozar. Oysa iyi yapılmış bir aşure çok lezzetlidir. Hayat zaten birbiri ardına bağlanmış küçük mutlu zaman dilimleri değil midir?”

Metin Uca hakkında bilmedikleriniz…
Yılmaz Erdoğan’la baba tarafından akraba olduklarını…
42 yaşında ilk defa kendi kullandığı uçakla uçtuğunu…
En büyük isteğinin çok iyi piyano çalmak olduğunu…
Üç buçuk yıl boyunca çeşitli otellerde yaşadığını…
Ve en ilginç iş teklifini Milliyet Gazetesi’nin erkekler tuvaletinde aldığını (Ertan Karasu, Kanal D haberlere geçmesini teklif etmiş)

Bir aşk anısı
“Torbadaki tek yeri kurada çekerek Van’ın Erciş ilçesinde yaptım askerliğimi. O dönemde büyük bir aşk yaşıyordum. Ve aşık olduğum kız için her Cuma gecesi Van’dan otobüse binerek 24 saatlik yolculukla, Ankara’ya geliyor, sevdiğim kızı görüp  yanağına bir öpücük kondurarak tekrar otobüsle Van’a geri dönüyordum. Erciş Seyahat zengin olmuştu sayemde.”


BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Temmuz 2006


RÖPORTAJ NOTLARI: Metin Uca'yla bu röportajı yapalı neredeyse 6 yıl oluyor...Ama daha dün gibi aklımda... Metin Uca sormadığım her şeyi yanıtlamış, söyleşi 3 saat falan sürmüştü. Fotoğrafları çeken sevgili arkadaşım Koray Peközkay beni kaderimle baş başa bırakıp gitmiş, o andan sonra da Uca'yı susturmak mümkün olmamıştı...Kaseti çözerken intiharın bazen en iyi çözüm olduğunu düşünmüştüm..;))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder