25 Aralık 2011 Pazar

Selim İleri

 “Yalnızlık bir elbiseydi, onu kuşandım”


Tam 40 yıldır yazıyor o… Dile kolay 40 yıl… Kim bilir kaç genç kız onun kitaplarıyla tatlı hayallere daldı? Kaç delikanlı kendini buldu onun yarattığı kahramanlarda? Kaç kuşağın aşklarına, ayrılıklarına, hayal kırıklıklarına tanıklık etti onun kitapları? “Destan Gönüller”den, “Kırık Bir Aşk Hikayesi”ne, “Dostlukların Son Günü”nden, “Her Gece Bodrum”a kadar kaç hayat sığdırdı sayfalara kim bilir? İsterseniz gelin kendisinden dinleyelim şimdi, bu uzun edebiyat yolculuğunda neler görüp, neler yaşadığını…

Kadınlar ağırlıklı
“Kaç yıldır yazıyor olduğumun farkında değilim, eş dost sormasaydı hatırlamayacaktım kırk yıl olduğunu” diye başlıyor söze Selim İleri, zamanın nasıl da çabucak geçip gittiğini doğrularcasına. Aslında yıldönümlerini, doğum günlerini sevmeyenlerden o… “Ama” diyor, “40 yılın da bir yararı oldu tabii, geriye dönüp bir döküm çıkarmak açısından.”
Karşınızdaki kırk yıllık bir yazar olunca merak ediyorsunuz, acaba eskiden kimler okuyordu onu, şimdi kimler okuyor? Yani geçen yıllarla birlikte değişmiş mi acaba okuyucu profili? “70’li yıllarda daha çok gençlerin okuduğu bir yazardım. 85-95 yılları arasında biraz geri çektim kendimi, edebiyat ortamı çok değişiyordu çünkü. Bu yüzden de o arada çok okur kaybı oldu. Bugün ise çok karışık bir okur kitlem var. Sanıyorum ağırlıklı olarak kadınlardan oluşuyor. Gençler arasında da yeni kazandığım, farklı dünya görüşlerine sahip kızlı erkekli bir okuyucu kitlem var.”

Yalnızlık ve hüzün
Selim İleri’nin sadık okuyucularından birkaçına “Selim İleri deyince ilk aklınıza ne geliyor?” diye sorunca hep aynı cevapla karşılaştık: Yalnızlık ve hüzün… Bunu ünlü yazara da söylüyoruz ve bakın bu çağrışımlarla ilgili neler söylüyor bize: “Başlangıçta bir tür yazma dürtüsüydü yalnızlığı yazmak. Benim için bir kaynak gibiydi. Ama ben öyle yalnız bir insan değilimdir, çok geniş bir arkadaş çevrem var, dostlarım, sevdiğim insanlar var. Belki başlangıçta kendiliğinden olan bir duygu, bir yaşama şekliydi… Sonra da bu yalnızlık biraz giydirildi, kuşandırıldı bana galiba. Yani böyle bir takım elbisem olsun istendi. Her halde benim de yatkınlığım varmış, yakıştı belki de, onu kuşandım… Başka türlü bir şey yazdığım vakit, hatta bir toplulukta bazen şaka yaptığım vakit yadırgandığımı görüyorum. Ama şunu söylemeliyim ki, kalabalık bir ortam içinde hiçbir şey yazamıyorum ben. Yani çalışma açısından tek kılavuzum mutlak bir yalnızlık.”

Dünya nereye gidiyor?
Yazarlar daha duyarlı, daha kırılgan olurlar kuşkusuz… Biz de bu hayatta en çok nelerin canını acıttığını soruyoruz Selim İleri’ye… “Dünyadaki insanların büyük bir çoğunluğunun, diğerleri tarafından çok kötü koşullarda yaşamaya mahkum edilişi” diyor ve ekliyor: “Bunca edebiyat, bunca sanat eseri, bunca sinema, tiyatro, müzik, resim… Ne yazık ki, sanatın ortadan kaldırma gücü yok bu kötü koşulları. İnsanların mahkum olduğu bir alın yazısı gibi ama bunun alın yazısı olmadığını hepimiz biliyoruz. Herkes kendi dar hayatı içinde ötekini görmeden yaşıyor. Dünyanın gittiği yer konusunda çok karamsarım, iyi bir yere doğru gitmiyor dünya.”

BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Ekim 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder