19 Aralık 2011 Pazartesi

Sermet Erkin

Asıl hokkabaz kim?


Türkiye’de illüzyon denilince ilk akla gelen isim Zati Sungur kuşkusuz. Onun ilk ve tek öğrencisi ya da kendi deyimiyle “katibi” ise Sermet Erkin. Biz de filmlerden öğrendiğimiz bu ‘sihirli’ dünyayı bir de gerçek bir illüzyonistin ağzından dinleyelim dedik.

Zati Sungur’un öğrencisi
Her ne kadar kendisi “Yıllar önce bir varmış bir yokmuş döneminde doğdum ben” dese de aslında sadece 49 yaşında Sermet Erkin. Ama bir döneme yakından tanıklık ettiği ve eski ustalarla, eski sanatçılarla çok haşır neşir olduğu için belki de, herkes onu çok daha yaşlı zannediyor. Yüzüne bakınca yaşını anlamanız çok zor zaten. Sermet Erkin önce bu işe nasıl başladığını anlatıyor: “Karamürsel’de doğdum. Yani şu anda yaşadığım yerde. Adımı Safiye Ayla’nın eşi koymuş. İlkokula başlayacağım yıl İstanbul’a taşındık Zati Sungur’un evinde kiracı olarak oturmaya başladık. İşte o günden sonra benim illüzyonluk hayatım başlamış oldu. Zaten Zati Sungur’un son yıllarına yetiştim ben. Kısa bir süre sonra sahneyi bıraktı.”
Çok küçük yaşlardan itibaren tiyatro, batı müziği, sanat müziği ve halk müziğinin içinde büyümüş Sermet Erkin. Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nun kuruluşunu biliyor, Bedia Muhavit’i ve dönemin pek çok tiyatro sanatçısını yakından tanıyor. “Ben illüzyonu hayatın bir parçası olarak gördüm hep. Orta okula başladığımda Zati Sungur’un katipliğini yapıyordum. Bu ölene kadar sürdü. Hep ona çok yakın oldum hatta o kadar yakın bir birliktelikti ki bu, eski Teşvikiyeliler beni Zati Sungur’un torunu sanırlardı.”

Sahne hayatı başlıyor
İllüzyonu bir sanat olarak görüyor Erkin ve bu sanatı temeliyle öğrenmiş olmanın önemini vurguluyor. “İllüzyonda her şey bir malzeme… Üç aşaması var: Bulmak, yapmak ve uygulamak. Bu üçünü de ben çok iyi öğrendim. Çünkü sahnede çok iyi takip ettim Zati Sungur’u. Bir alet nasıl ince gösterilir, nasıl derin gösterilir, nasıl içi boş gösterilir, yani tüm fiziksel illüzyonları da öğrenmiş oldum.” Bu arada üniversite hayatı başlamış. Önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girmiş. Ama o dönem okulda yaşanan karışıklıklar nedeniyle bitirme sınavına girmeden aynı fakültenin Felsefe Tarihi bölümüne geçmiş ve buradan mezun olmuş. Bu arada artık iyice illüzyona bağlanmış.
1974 yılından 1977 yılına kadar İstanbul Şehir Tiyatrosunda pek çok oyunda görev almış. Ama ilk profesyonel sahne deneyimi İsviçre’de olmuş. “İsviçre’de yaşayan halamın kızının yanına gitmiştim. Orada Yunanlı komşularımız vardı. Canım sıkılınca çocukları yanıma toplayıp onlara gösteriler yapıyordum. Yunanlılar görmüş ve Paskalya eğlencesinde onlara gösteri yapmamı istediler. Ben de kabul ettim. Henüz 19 yaşındayım o zamanlar. Meğer İsviçre’nin iyi menajerlerinden biri de oradaymış ve beni izlemiş. Onun vasıtasıyla Zürih’in en iyi gece kulüplerinden birinde çalışmaya başladım. Tabii Batı’da illüzyonistlik çok daha bilinen, tanınan bir meslek bize göre.” Sonra da Türkiye’ye gelmiş ve başta Kervansaray olmak üzere dönemin pek çok ünlü eğlence mekanında sahne almaya başlamış. Ardından çeşitli televizyon ve radyo programları, gazetelerde çocuk sayfaları, çocuk dergileri, sirkler, turneler, turneler…
Bu arada eşi Nuray Hanım’la tanışıp evlendikten sonra birlikte sahne almaya başlamışlar. Eşi asistanlığını yapmış yani. “Onu hiç kestiniz mi?” diye soruyoruz, “Ooo hem de kaç kez” diyor. Sahne hayatına hala birlikte devam eden çift, şimdi iki çocuklarıyla beraber Karamürsel’de yaşıyorlar.

Hukuk kitaplarına geçmiş
Mesleği nedeniyle başından epey ilginç olay geçmiş Sermet Erkin’in. Bunlardan bir tanesi askere gitmeden önce… “Salonda herkesin huzurunda kura çektim. İstanbul çıktı. Salondan gülüşmeler geldi. Bunun üzerine denetleyici bir paşa vardı o geldi ve ‘Ne oldu’ diye sordu. ‘Efendim herhalde mesleğimden dolayı böyle bir tepki verdiler, illüzyonistim ben’ dedim. ‘Sen şimdi sihir mi yaptın?’ dedi. ‘Yok efendim öyle bir şey’ dedim. ‘Bir daha çek o zaman’ dedi. Tekrar çektim yine İstanbul çıktı. Bunun üzerine paşa geldi ve ‘Var bunda bir şey’ diyerek kendisi çekti. Ama yine İstanbul çıktı.”
Bu arada hukuk kitaplarına geçen ilk illüzyonist olduğunu da öğreniyoruz Sermet Erkin’den. Nasıl mı? Kendisinden dinleyelim: “Diğer illüzyonistler bir dernek kurdu ve beni meslek sırlarını ifşa etmekten mahkemeye verdi. Sihirbazlığı aşağılıyormuşum onlara göre. Hukuk kitaplarının ‘Meslek sırlarını ifşa’ konusuna bakarsanız örnek olarak beni verdiklerini görürsünüz. Başka da bir örnek yok bu konuda. Mahkeme bilirkişi tayin etti. Tek tek programları izlediler ve inceleme sonunda ben kazandım davayı.”

Televizyonlar çok kötü
“Bir Sermet Erkin vardı, nerede şimdi?” sorusu bizim de kulağımıza çalınıyordu zaman zaman. Yakalamışken soruyoruz kendisine, “Sahi nerelerdesiniz? İnzivaya mı çekildiniz? Bir şeylere, birilerine mi küstünüz? Neden artık sizi ekranlarda göremiyoruz? Kendine göre haklı gerekçeleri var elbette. “Tıpkı arabesk müzik gibi bir televizyon patlaması oldu. Pek çok kanal açıldı ve televizyonda eğlence tarzı, eğlence anlayışı değişti. Eskiden öyle değildi. Gazino anlayışının devamı programlar olurdu televizyonda. Mesela bizim Cenk Koray’la yaptığımız, Korhan Abay’la yaptığımız programlar öyleydi. Şimdi gideceksin Kibariye’nin programına diyelim ‘Abe nasılsın bee? İyi ki geldin be Sermet’ diyecek. Ben ne diyeceğim ona? ‘Hoş bulduk kız, şoparları evde bıraktım da geldim’ mi diyeceğim? Ya da bugün gideyim Mehmet Ali Erbil’in programına mesela, ya o beni dövsün, ya ben onu döveyim. Nasıl çıkayım o programlara?”
Ama mesleğini ya da sanatını icra etmeye devam ediyor Sermet Erkin. Bir ekibi var ve hep birlikte yine turnelere çıkıyorlar. “Türkiye’de illüzyonistler hep taklit ediyorlar, yeni bir şey yaratmıyorlar. Bir de falcı illüzyonistler çıktı. Hindistan’ın balta girmemiş ormanlarında yedi yıl yaşamış büyük Ganbugi filan. Böyle falcılar var. Size şimdi yedi sekiz tane oyun öğretsem, sizin de on dakikalık programınız olur, düğün salonlarında filan çalışırsınız. Ama ben öyle yapmadım. Hep farklı bir şeyler yapmaya çalıştım. Nasıl ki Suna Kan piyano resitali veriyor, İdil Biret keman resitali veriyor ben de illüzyon resitali yaptım sahnede. İllüzyon gösterileri insanları eğlendiriyor. İçinde tiyatro var bir kere… Söz sanatı. Espri yapıyorsunuz, bir hikayesi var. Sonra görüntüsü var… Rengarenk elbiseler… Dekor var, müzik var. Devamlı heyecan var bir de… Şimdi ne olacak, ne çıkacak diye merak ediyorsunuz hep?”

Sahneden komik bir anı
 “Bir gün turnedeydik Kastamonu’nun bir ilçesinde. O zaman bir kutum vardı ve ben o kutunun içinden sırayla çeşitli hayvanlar çıkarıyordum. Önce kutuyu açıp içinde hiçbir şey olmadığını gösteriyordum seyircilere, sonra kapatıyor ve içinden tavşanları çıkarıyordum önce. Ardından ördekler, en son da bir keçi yavrusu. Oğlak yani… Neyse arka arkaya gösteri yapıyoruz. Bir gün yine çıktım sahneye başladım gösteriye. İşte önce tavşanlar çıktı, ardından ördekler ama keçi yok. Şaşırdım tabii ama bozuntuya vermedim. Gösteri bitti, sahneden iner inmez sorumlu arkadaşı yanıma çağırdım. Meğer olay şöyle olmuş: Bizim gösteri yaptığımız halk eğitim merkezinin yanında itfaiye vardı. İtfaiyeciler bekçiyi kandırmışlar ve keçiyi kesip afiyetle yemişler. Nasıl olsa bu adam sürekli çevirip çevirip kutuyu bir hayvan çıkarıyor ne olacak, tekrar çıkarır demişler. Rakıya meze yapmışlar benim keçiyi anlayacağınız. Ertesi gün keçi bulamadık, bir kuzuyla devam ettik gösteriye.”


BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Aralık 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder