16 Aralık 2011 Cuma

Mardin

Gecesi gerdanlık gündüzü seyranlık

Daracık sokaklarında çan ve ezan sesi birbirine karışırken, taşın sertliğini şefkatli dokunuşuyla  yumuşatarak masala dönüştüren bir şehir Mardin. Bir Güneydoğu Masalına…

Taşların bir dili olsaydı eğer, Mardin’i en güzel onlar anlatırdı herhalde. Bu tarihi şehirde kapıları, duvarları değişik motiflerle süslü güzelim taş evlerin arasından geçerken, her birinin hikayesini öyle merak ediyorsunuz ki! Mardin’in hikayesi biraz da taşın hikayesi çünkü.  Dokunup okşamak istiyorsunuz, bir çiçek motifini mesela. Kulağınızı dayayıp bir evin duvarına, taşın şiirini dinlemek istiyorsunuz ondan.

Mardin’de günbatımı
Mardin, biri eski diğeri yeni kent olmak üzere ikiye ayrılmış. Eski kent merkezi SİT alanı ilan edilmiş ve yeni bina yapılmasına izin verilmiyor. Anadolu Türk mimarisinin en özgün örnekleri olarak kabul edilen Mardin evleri, Midyat işi denilen taş işçiliği ile; yöreye özgü beyaz, kırmızı, sarı taşlarla inşa edilmiş. Kiremitsiz, düz damlı bu evlerde taş oyma sanatının bütün ustalıkları sergileniyor. Bazı binaların dış cepheleri kitabeler, çeşitli desenler ve süslemelerle bezenmiş. Evler birbirine daracık sokaklarla, merdivenlerle ve yöre halkının “abbara” dediği karanlık geçitlerle bağlanıyor. Mimarlık harikası olan abbaralar, kolayca bir üst sokağa çıkmanızı sağlıyor. Hatta bu abbaralar Mardinlilerin yaşamında öyle bir yer etmiş ki, “Erkeksen abbaraya gel!” sözü yerleşmiş dillerine. Evler genellikle yüksek duvarlarla çevrili. Böylece hem sokaktan ayrılmış hem de sert iklime karşı korunmuş oluyorlar. Her evin çatısı, bir yukarıdaki eve teras olmuş. Mardin, Mezopotamya’yı seyrederken siz de karşısına geçip Mardin’i seyredebilirsiniz. Bu şehrin tamamı bir defada görülebiliyor  çünkü. Evler aşağıdan yukarıya, kaleye doğru tırmanıyor. Akşam güneşinin kızıllığı Mardin’e vururken, gün batımını değil, gün batımında bir şehrin güzelliğini izliyoruz doya doya…  

Mardin’in çarşıları
Şehrin ritmini yakalamak için geçen yüzyılların izlerini taşıyan çarşılarında dolaşmak gerek. Baharat kokan sokaklardan çarşıya doğru inerken, birden bir evin önünde durup kapı tokmağının güzelliğini ya da duvar süslerini seyretmeye dalıp akşamı edebilirsiniz.  Bakırcılar çarşısında bakır döven ustaların çekiçlerinden çıkan sesler, şehrin ritmini size anlatır işte.
Mardin’in araç giremeyen daracık, basamaklı sokaklarından yürürken, yanınızda yük taşıyan bir at ya da çöp toplayan bir eşek geçerse sakın şaşırmayın. Taşımacılıkta çoğunlukla binek hayvanları kullanıldığından çarşıda dolaşırken semercilere, nalbantçılara rastlarsınız. Sonra marangozlar çarşısında takunya yapan ustalar çıkar karşınıza. O takunyaları daha kaç nesil giyecek acaba merak edersiniz…

Süryaniler’in diyarı
Bir rivayete göre Mardin kentinin kuruluşu ta Nuh Tufanı’na kadar dayanıyor. Onlarca değişik uygarlığı, dini, kültür, farklı mezhepleri barındıran Mardin, Mezopotamya’nın yedi bin yıllık, bütün tarihi yükünü taşıyor neredeyse. Tarihin en eski Hıristiyan topluluğu olan Süryaniler, Müslümanlar, Yezidiler, Yahudiler, Araplar, Ermeniler gibi
birçok farklı din ve etnik kökenle beslenen Mardin belki de bu yüzden böylesine görkemli. Camileri, medreseleri, kiliseleri, manastırları, hanları ve tarihi çarşısı ile Mardin adeta bir Açıkhava müzesini andırıyor. Tarih boyunca birçok farklı kültürün yaşadığı bu topraklar hepsinin zenginliğini ve kültürünü almış. Deyrulzafaran Manastırı, kentin her yerinden görülen Ulucami, Midyat Suryani Kilisesi, Mar Gabriel Manastırı Mardin’in mutlaka görülmesi gereken yerlerinden.

Midyat ve telkari
Mardin’e bir buçuk saat uzaklıktaki Midyat’a şehirden kalkan minibüslerle ulaşabilirsiniz. Buradaki evler de tıpkı Mardin’dekiler gibi. Ayrıca taş konaklar, kemerli geçitler ve Süryani kiliseleriyle eski bir ortaçağ kentini andırıyor Midyat. Bu güzel ilçenin bir başka özelliği de, artık tükenmekte olan telkari işçiliğinin en güzel örneklerinin burada olması. Sadece birkaç Süryani telkari ustası kalmış.Telkari sanatı Mardin’e has bir işçilik. Eritilen altın, gümüş gibi madenler tel haline getirilerek işleniyor. Ve bunlardan çeşitli takılar, süs eşyaları yapılıyor. Az sayıda telkari ustasından birinin, sihirli parmaklarıyla yaptığı kolyeyi boynunuza takarak bu gizemli şehrin tılsımını hep yanınızda taşımak istersiniz belki…

Hasankeyf
Mardin’e kadar gelmişken Hasankeyf’i de mutlaka görmelisiniz. Mardin’den minibüsle Midyat’a gidip oradan Hasankeyf’e ulaşabilirsiniz. Ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmeyen bu taş şehir, insanlığın en eski yerleşim yerlerinden birisi. Kayaların oyularak ev haline getirildiği Hasankeyf, adı Süryanice kaya anlamına gelen Kifo’dan geliyor. Buradaki sayısız mağara, ev olarak kullanılıyor hala. Dicle Nehri üzerinde kurulacak baraj yüzünden yakın bir tarihte sular altında kalacak bu olağanüstü yeri görmeden dönmeyin Mardin’den. Yörede çok güzel el dokumalaraı satılıyor üstelik oldukça ucuz. Biraz yukarılara tırmanıp Hasankeyf i bir de tepeden seyredin. Aşağıda sessiz sessiz akan Dicle’yi göreceksiniz. Yüzyıllardır süren büyük bir aşkın kahramanlarından biridir o. Belli etmez ama acelesi vardır aslında, ileride bir yerlerde sevgilisi Fırat onu bekliyor çünkü. Yolu çok uzun…Görmeseniz de bilirsiniz iki sevgili mutlaka buluşacak ve sonra birlikte akmaya başlayacaklar…

Mardin mutfağı
Özellikle kaburga, işkembe dolması, içli köfte ve etli ekmek gibi Mardin’e özgü yemekler var. Mardin’li bir kadının işlettiği Cercis Murat Konağı’nda Mardin mutfağı’nın en güzel yemeklerini, ya da onların deyimiyle “Mistik Mardin Lezzetleri” ni  tadabilirsiniz. Et, bulgur ve sebzelerin nefis uyumuyla, uzun bir zaman diliminde, büyük bir emek harcayarak hazırlanan yemeklerden oluşan zengin bir mutfak. Güneydoğu denilince çoğumuzun aklına kebap geliyor değil mi? Oysa Mardin de daha fazlası var. Ayrıca yörede yetişen baharatların çeşitliliği de Mardin yemeklerini zenginleştiriyor, tatlandırıyor. Ama siz ille de kebap diyorsanız Mardin’in ana caddesindeki “Kebapçı Rıdo” yu öneriyoruz.
Burada bir de tüm Mardinlilerin yakından tanıdığı bir kadın var. Mardinli bir Süryani olan Nasra Hanım basma boyama sanatının son temsilcisi. Mardin’deki Süryani kiliselerini süsleyen kök boyadan yaptığı  melek, Meryem Ana gibi çeşitli dinsel motif, kuş ve çiçek desenleriyle bezeli özgün basmaları bir tek o yapıyor. Yaşı seksenin üstünde. Bu otantik ve son derece özgün basmalardan satın almak isterseniz, fiyatları 25 milyondan başlıyor.
Dönüş yolunda garip bir hüzün kaplıyor içimizi. Sonra buraların şairini, Murathan Mungan’ı anımsıyoruz birden. “Mardin’de ben taşların dilini öğrendim. Gökyüzünün yakınlığını ve uçsuzluğunu” diyor şair,  “Bizler serin fısıltılarla uykuya dalarken, parmaklarımız yıldızlarda kalırdı. Yıldızlar bir daha hiç o kadar parlak olmadılar.”


BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Ekim 2005


1 yorum: