18 Aralık 2011 Pazar

Her şey 'kar taneleri' için



Güzide Öncü Eroğlu’nun, kurucusu ve ortaklarından olduğu merkezde engelli çocuklara özel eğitim veriliyor. Bu eğitimin bir bölümü devlet tarafından karşılandığından Öncü Hanım, engelli çocukları olan ailelerin çocuklarını böyle merkezlere getirip, özel eğitim aldırmalarını istiyor…


Ümraniye’nin ara sokaklarından birinde altı katlı bir bina: İstanbul Kartanesi Özel Eğitim Rehabilitasyon ve Psikolojik Danışma Merkezi. Çeşitli engel gurubundaki çocuklara özel eğitim veren bir merkez burası. Binadan içeriye girer girmez önce rengarenk duvarlar çarpıyor gözümüze sonra da duvarda çerçeveletilmiş bir şiir. Aziz Nesin’in “Çocuklarıma” adlı şiiri:“Dalga mı geçiyor düşler mi kuruyorsun/Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum/ Düşlerini som somut görüp şaşsınlar/Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler/Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum/Derlerse ki bu işler bir şeye yaramaz/De ki bütün işe yarayanlar/İşe yaramaz sanılanlardan çıkar.”

Aileden eğitimci
Diğer dört kişiyle birlikte merkezin kurucularından olan Güzide Öncü Eroğlu ile buluşuyoruz burada. Önce kendi hikayesini sonra da bu merkezin kuruluş hikayesini anlatıyor bize. İçinin güzelliği yüzüne vurmuş insanlar vardır ya hani. İşte o da onlardan…1978 doğumlu Öncü Hanım. Öğretmen bir anneyle, sosyal hizmet uzmanı bir babanın tek çocuğu. Adana’da doğmuş ama 1981 yılında babasının işi nedeniyle İstanbul’a gelmişler. İlkokul, ortaokul ve liseyi İstanbul’da bitirdikten sonra, Bursa Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü’nde okumuş. Ardından Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans ve halen devam eden doktora. 2005 yılının mayıs ayında açılan bu merkezin hem kurucularından hem de merkezin işletme, yönetim, tanıtım gibi işlerini de o yürütüyor. Ayrıca Haliç Üniversitesi’nde öğretim görevlisi.

Çocukluktan gelen sevgi
Öncü Hanım, ailesinden dolayı çok küçük yaşlardan beri yardım hizmetlerinin içinde olduğunu söyleyerek başlıyor sözlerine. “Daha yedi yaşındaydım, ilkokula gidiyordum. Henüz babamın yaptığı işi bile tam olarak bilmiyordum. Sınıfımızda iki kardeş vardı, ikisi de Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan geliyordu. Annem bana kocaman bir beslenme çantası hazırlardı ve ben de her defasında beslenmemi onlarla paylaşırdım. İlkokul boyunca en yakın arkadaşlarım o iki kardeş oldu hep.” Sonra lisede okuduğu yıllarda da görme engelli bir kızla arkadaş olmuş Öncü Hanım. Arkadaşları kızarmış ona ‘niye hep onunla samimisin, ne buluyorsun onda’ diye. “Ama şimdi o kör arkadaşım Hukuk Fakültesi’ni bitirdi ve şu anda Amerika’da master yapıyor” diye anlatıyor bize gururla. Ailesinden bahsederken gözlerinin içi parlıyor Öncü Hanım’ın. Hele de annesini anlatırken… “Annem çok hassas ve duyarlı bir insandı. İlkokul öğretmeniydi ve sınıfındaki engelli çocuklara hep özel ilgi gösterirdi. Beni de böyle yetiştirdi. Annemin bazı davranışları, öğütleri benim geleceğime, mesleğime, kariyerime etki etmiş demek ki. Aileler çocuklarına toplumda herkesin aynı statüde ve eşit şartlarda olmadığını, bazılarına yardım etmemiz, destek olmamız gerektiğini anlatmalılar.” Evet, belki o zaman daha yaşanılası bir yer olur bu dünya değil mi?

Babasının kızı
Öncü Hanım’ın babası Kahraman Eroğlu, yaklaşık otuz yıldan beri sosyal hizmetlerin bütün kurumlarında çalışmış. Son yedi yıldır da Sosyal Hizmetler Kurumu İstanbul İl Müdürlüğü yapmış. Babası sayesinde hayatının hep sosyal hizmetlerde geçtiğini söylüyor. “Her anneler gününde, her yılbaşında, bayramda sabah sekizde çocuklarla sofraya otururduk, iftarı yaşlılarla beraber açardık. Benim ailem hep onlardı. Hala görüştüğüm yaşlılar, Çocuk Esirgeme’den kızlar var. Bu bayram yine onlarla birlikteydik. Hayatımda hep vardı sosyal hizmetler ama galiba beni asıl bu işe yaklaştıran başka bir olay oldu.” Sonra da bize kolay kolay unutamayacağımız hüzün dolu bir hikaye anlatıyor…

Ekrem’in hikayesi
Öncü Hanım’ın yaşamında bir çocuk var ki, belki de böyle bir merkez açmasında en çok rol oynayan kişi o. Ekrem’in hikayesini dinlerken ondan, yaşama baştan yenik başlayan bir çocuğun acısını içimizde hissediyoruz…“Bundan iki yıl önce yaz tatilinde her gün sabahtan akşama kadar Bahçelievler Çocuk Esirgeme Kurumu’na gidiyordum. Orada Ekrem adlı 4 yaşında bir çocuk vardı. Salonun en kuytu ve karanlık köşesinde bir yatak ve içinde parmaklıklardın bakan özürlü bir çocuk düşünün. Yatağın yanına yaklaşınca kötü bir koku geliyordu burnunuza. Kas erimesine yakalanmıştı, ayrıca birçok hastalığı vardı. Konuşamıyordu Ekrem, makineye bağlıydı ve serumla besleniyordu. Bütün gün o demir parmaklıkların arkasından koğuştaki diğer çocukları seyrediyordu. Onu gördükten sonra her gün onun yanına gitmeye başladım. İki ay boyunca elimde kitaplarla, oyuncaklarla her gün Ekrem’in yanına gidiyor, ona kitap okuyordum. Hayatımda gördüğüm en güzel ve en anlamlı gözlere sahipti Ekrem. İlk yanına gittiğimde bana kinle ve nefretle bakan çocuk, bir zaman sonra sevgiyle bakmaya başladı. Hatta sonraları yanına gidip onu öptüğümde sevinç çığlıkları atıyordu. Ama herkes biliyordu fazla yaşamayacağını, ben de biliyordum. Ve iki ay sonra öldü Ekrem.” Son cümle güçlükle çıkıyor ağzından. Uzun bir sessizlik oluyor birden. Hani bazı anlar vardır ya, ne söyleseniz yersiz kaçar, eksik kalır. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlar yani… İşte öyle bir an yaşıyoruz karşılıklı. Sessizliği ilk bozan Öncü Hanım oluyor: “Belki de onu hayatında öpen, koklayan, ona dokunan tek insandım. Eğer onu bir gün bile mutlu edebildiysem, güldürebildiysem bu bile yeter bana.”

Her şey düşünülmüş
Hüzünlü havayı biraz dağıtmak için olsa gerek bize merkezi gezdirmek istiyor Öncü Hanım. Seve seve kabul ediyoruz hemen. 650-750 çocuk kapasiteli bu merkez şu anda İstanbul’un en büyük rehabilitasyon ve özel eğitim merkezi. Altı katlı bir bina burası. Fizyoterapi Salonu, Seramik Atölyesi, Resim Atölyesi, Müzik Atölyesi, İş Uğraşı Atölyesi, Spor Salonu, Oyun Odası, Bilgisayar Odası gibi birçok bölüm var merkezde. Müzik Atölyesinde özellikle duyma engelli çocuklara ritm yoluyla özel eğitim veriliyor. Ayrıca duyma engelliler için özel yalıtımlı bir oda var. Tüm sınıfların kapılarındaki camlarda dışarıdan  ailelerin çocuklarını görebilmeleri için pencereler var. Çocuk içeriden dışarıyı göremiyor ama anne, dışarıdan çocuğun ne yaptığını, eğitimini, öğretmenle ilişkisini görebiliyor. Dolaşırken bir yandan da Öncü Hanım bize bilgi veriyor:”Aslında burada amacımız bilgisayar, resim, seramik, müzik atölyeleriyle çocuğun beyninin her alanına hitap etmek. Özellikle oyun ve sanatla eğitim vermeye çalışıyoruz. Özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklar genelde çok inatçı oluyorlar, onların doğru frekanslarını yakalamak biraz zaman istiyor. Aileler hemen sonuç almak istiyor ama bu konuda biraz sabırlı olmaları gerekiyor.”
Öncü Hanım’la konuşurken aklımıza bir soru takılıyor. Neden kar tanesi koymuşlar acaba bu merkezin adını?  “Gökyüzünden yağan kar taneleri nasıl birbirinden farklıysa, hiçbiri diğerine benzemiyorsa, hepsinin nasıl farklı bir beyazlığı varsa işte bizim çocuklarımız da öyle. Her biri bir diğerinden farklı bir engel gurubunu temsil ediyor. Her biri diğerinden daha beyaz daha temiz. İşte bu yüzden kar tanesi.” Ne diyelim, bir isim bu kadar mı yakışır bir yere ve o yerdeki çocuklara!

Aileler yeterince bilinçli değil
Bu işin içinde biri olarak bazı olumsuzluklara da dikkat çekiyor Öncü Hanım. Ülkemizde sağlığa yeterince önem verilmediğinden yakınıyor. Özellikle engelli çocukların kendini birey hissetmesi, önemli olduğunu düşünmesi için aile dışındaki eğitimin önemini vurguluyor. “Bu çocukların büyük bir bölümü bilinçsizlik yüzünden dünyaya geliyor. Aileleri hep utanıyor bu çocuklardan. Evin en karanlık ve kuytu köşesinde yaşıyorlar, fazla hareket alanları yok. Hep azarlanarak, kısıtlanarak, baskı altında büyüyorlar. İşte bizim amacımız burada ona değer verildiğini, önemsendiğini hissettirmek. Gerçekten çok güç bir iş bu aslında, ailelere de fazla kızmamak lazım. Bunun eğitimini bilmediğin sürece çocuğa sosyal uyumu veremezsin. İşte bu noktada özel eğitimin önemi ortaya çıkıyor.”
Öncü Hanım’ın en büyük şikayeti ailelerin bu merkezle ilgili yeterli bilgi sahibi olmaması. “Biz Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel bir okuluz. Bu çocukların özel bir eğitime ihtiyaçları olduğu için, SSK ve Emekli Sandığı’na bağlı ailelerin çocukları haftalık sekiz saat ücretsiz eğitim alabiliyor. Ayrıca hiçbir sosyal güvencesi olmayanların da böyle bir hakkı var. Devlet karşılıyor bu eğitimin bedelini. Eğer sekiz değil de on saat gelirse çocuk, kalan iki saatin ücretini ödüyor aile sadece. Ailelerin tek yapması gereken engelli çocuklarına ait, devlet hastanelerinden aldıkları raporlarla çocuklarını bize getirmeleri. Gerisini biz hallediyoruz”

Aile planlamasının önemi
Sohbet sırasında söz dönüp dolaşıp aile planlamasına geliyor. Bu konuda da oldukça dertli Öncü Hanım.“Ben hala Türkiye’de yeterince aile planlamasına önem verilmediğini düşünüyorum. Bu konuda tüm kurumlar elinden geleni yapmalı. Kampanyalar başlatılmalı çünkü korkunç bir hızla doğurganlık devam ediyor ve bir şekilde bunun önüne geçilmesi lazım. Mesela özürlü çocukların neden doğduğu anlatılmalı, kan bağının, akraba evliliklerinin sonuçları anlatılmalı. Sivil toplum örgütleri bu konuda harekete geçmeli.” Evet ne yazık ki endişelenmekte çok haklı Öncü Hanım değil mi? Bu yüzyılda hele bizim gibi yüzünü batıya dönmek isteyen bir ülkede hala akraba evliliklerinin, ve bundan kaynaklanan sakat doğumların ne kadar fazla olduğu düşünülürse. Elini taşın altına sokacak kadar cesur ve iyiliksever bu harika kadına “İyi ki varsınız” diyerek veda ederken son sözleri çınlıyor kulaklarımızda: “Bir özürlü köyü kurmak isterdim. Tatil köyü gibi bir yer mesela. Nasıl böyle bir merkez kurmak bir hayalse benim için ve nasıl gerçekleştiyse, kim bilir belki bu da gerçek olur?”
Dışarıda kuru bir ayaz var sanki az sonra kar yağacakmış gibi. Keşke yağsa ve elimizi uzatıp bir kar tanesine dokunsak usulca. Bir yerlerde kar tanelerini mutlu etmek için çalışan insanları düşünsek sonra.  Sahi şehrinize yılın ilk karı düştüğünde havada uçuşan kar taneleri size bir şey hatırlatmayacak mı?




BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Aralık 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder