17 Aralık 2011 Cumartesi

Kıyıköy'den insan manzaraları

Nasıl gidilir, nerede kalınır, nerede ne yenir konulu bir gezi yazısı değil bu. Bu bilgiler pek çok yerde var zaten. Biz daha derin analizler yapacağız, bir kısım yurdum insanıyla ilgili. Kıyıköy insanlarıyla güzel çünkü. Hoş insansız da güzel ama konumuz bu değil şimdi.

Ne baktınız...
Kıyıköy’e adım atar atmaz önce bir pansiyon arayışına giriyoruz. Hayır, tabii ki rezervasyonumuz yok. Macera bu ya! Saatler neredeyse gece yarısını gösteriyor ve biz bir pansiyonun önünde durup “Seni seçtim Pikachu” diyoruz önce. Pansiyon sahibi bizi karşılıyor ama sarhoş amcam. “Ne baktınız?” diyor, pek de gülücük dağıtmayan bir suratla. “Şey biz üç oda istiyoruz, kem ve de küm” şeklindeki sayıklamalarımızla bizi baş başa bırakıp yukarıya çıkıyor. 5 dakika sonra geliyor tekrar yanımıza. “Oda fiyatı 40 TL, parayı peşin alırım, işinize gelirse”… Şaşkın şaşkın bakışıyoruz öyle İstanbullu gözlerle. “Tamamdır” diyoruz, şimdi kim kalkıp başka pansiyon arayacak gecenin bu saati.
Odaya eşyaları bırakıp açlıktan guruldayan midemizi sevindirmek için, gidip bir şeyler yiyelim diyoruz. Böyle küçük yerlerde gün erken biter, gece erken çekilir, ışıklar söner. Yani genelde öyle olur. Ama burası Kıyıköy. Sokaklar ışıl ışıl, herkes dışarılarda… Bir de köy meydanında düğün var, gümbür gümbür. Ne eğlenceli yere gelmişiz yahu!
Neredeyse her 10 metrede bir bakkal var ve hepsinde içki satılıyor. Neyse biz sahilde bir balık restoranının olduğunu öğrendik, oraya gitmek istiyoruz. Bakkala soruyoruz önce “Biz sahile inmek istiyoruz, hangi yoldan gidelim?” diye. Cevap: “Neden?”
Şaşırıyoruz ama ikinci sorudan sonra geçiyor şaşkınlığımız. Bu defa “Siz kaça kadar açıksınız?” diye sorduğumuz bir diğer bakkal “Niye sordun?” diye cevap verince, anlıyoruz ki, buralarda soruya soruyla karşılık vermek adetten.

Cankurtaranlar düğünde
Ertesi sabah, kahvaltı saati… Bir gözlemeci var tam çay bahçesinin karşısında. İçeri girip iki gözleme istiyoruz. Dükkandaki teyze “Ama ben şimdi yalnızım dükkanda, yapamam evladım” diyor bütün samimiyetiyle. Ne yapalım, gözleme yemeyiveririz biz de. Bari gidip gazete alalım bakkaldan diyoruz. Saat sabah 10:00, ama gazeteler henüz gelmemiş. “Ne zaman gelir?” diye soruyoruz bakkal amcaya. “10’da gelir, 11’de gelir, 12’de gelir, ama gelir” diyor gülerek… Çok sevimliler çook…
Deniz müthiş dalgalı. E, ne de olsa Karadeniz, şakası yok yani. Her yaz boğulanlar oluyormuş. Belediye plaja girişte araçlardan 5 TL alıyor ama plajda cankurtaran bile yok. İki kişi denizde boğularak öldü biz oradayken. Bu gezinin en tatsız anısıydı kuşkusuz. Ama yemek yediğimiz restoranda bu durumu garsona anlattığımızda, sevimli garsonumuz plajda çalışan iki cankurtaran olduğunu iddi etti. Biz ısrar ettik, cankurtaran falan yoktu diye. O zaman durdu, düşündü ve bombayı patlattı: “Hah, tamam ya, düğün vardı ya köyde, cankurtaranlar düğüne gitmiştir”. Nasıl yani demeyin, öyle işte…
Olaya son noktayı gece yarısı sokaklarda turlayan (ama kendi hallerinde, kimseye zarar vermeden) bir grup genç koyuyor. Yaşları henüz 15-16. İçlerinden biri diyor ki arkadaşına, o sevimli Trakya şivesiyle: “Daha bir gece bilmem ki ayık yatayım”… Budur.
Hepsi güler yüzlü, neşeli, rahat, komik insanlar… Kafaları her daim güzel. Ayrıca balığı da en az insanları kadar lezzetli Kıyıköy’ün. Manzarası muhteşem, havası temiz, tatili ucuz… Gidin, görün, neşelenin biraz. Bir başka rengine daha tanık olun bu zengin coğrafyanın. Ve öyle kolay kolay ümidinizi kesmeyin bu toprakların insanından…

BİRGÜL KOPUZ - 19 Ağustos 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder