16 Aralık 2011 Cuma

Girit : Uzaktaki eski sevgili

Otların türkü söylediği ada



Rüzgarda salınan zeytin ağaçları, limandaki küçük balıkçı tekneleri, romantik bir akşam yemeği yenilen tavernaları, görkemli sıradağları, sürekli türküler söyleyip dans eden insanlarıyla Girit aslında bizden bir yer. Ve herkesi mutlu edecek bir şeyler var burada…


Güneşin daha alçaktan doğup battığı sonbaharın ilk günlerinde, renkler birbirine karışıyor karşıki tepelerde. Üzümler olgunlaşıyor ve doğa sihirli değneğini dokunduruyor her yere. Bir adamın söylediği içli türkü, uzaktan gelen çan sesine karışıyor. Rüzgar zeytin ağaçlarını okşarken, yel değirmeni tarlaları çıkıyor karşımıza birden. Hayır rüyada değil Girit’teyiz.

En hüzünlü göç
Girit, doğu Akdeniz’de, Afrika kıyılarının 200 km. kuzeyinde, boyu 350 kilometre, eni 70-80 kilometre olan ince uzun bir ada. Doğanın son derece cömert davrandığı bu topraklarda, her patikada, her sokakta tarihin izlerine rastlanıyor. Bu güzel adada birçok devlet hüküm sürmüş ama bunların içinde, mimariden yaşam biçimine kadar iz bırakanlar Venedikliler ile Osmanlılar olmuş. Girit 1913 yılında Yunanistan’la birleşmiş ve Girit’te doğup büyüyen,  Giritli olmuş Türkler gemilere binip Türkiye’ye dönmüşler. Ama Girit, hep özlem dolu, yanık bir türkü olarak kalmış dillerinde. Ve onlar da bu özlemi, bu hasreti sofralarına taşımış, birbirinden lezzetli yemeklerle Girit mutfağının güzelliklerini bize tanıtmışlar.

Heraklion ya da Kandiye
Bu kocaman adayı gezerken yapılacak en iyi şey, merkezi bir yerde konaklamak ve oradan doğuya ya da batıya doğru gezintiye çıkmak. Merkeze en yakın yer olan başkent Heraklion bunun için uygun bir seçim.
Tam anlamıyla gürültünün ve hareketin hakim olduğu Heraklion, sakin bir ada tatili düşleyenler için hayal kırıklığı yaratabilir. Ama tüm bu kargaşadan uzaklaşıp ara sokaklarda bir keşif turuna çıkarsanız, bu eski ve güzel kentin size söyleyecek çok sözü olduğunu görürsünüz. Geçmişte, ada Venediklilerin elindeyken buraya ve tüm adaya Kandiye adını vermişler ve kent merkezinin etrafını büyük kale duvarlarıyla çevirmişler. Heraklion’u mutlaka, Venediklilerin yaptığı Venedik Kalesi’nden  seyredin. Dalgakıranın üzerine yapılan kaleye ulaşmak için, ava çıkmaya hazırlanan rengarenk balıkçı teknelerinin yanından geçeceksiniz.

Dağlar dağlar
Girit’in merkezi olan orta Girit, adanın sarp dağlar arasında kalan verimli bahçesi gibi adeta. Orta Girit dağları, kıyıdan dik olarak yükselir ve oldukça görkemlidir. Vadileri çok derin, yamaçları çok dik olan bu dağlar, büyük savaşlarda bile ele geçirilememiş. Başta üzüm olmak üzere adada yaşayanlar için gerekli taze ürünlerin büyük bir kısmı burada yetiştiriliyor. Dağların eteklerindeki köyler ise, bu büyülü atmosfere renk katıyor ve buralarda yaşam olduğunun kanıtları belki de. Bu bölgede yaşayan erkeklerin ve kadınların Girit’in en cesur savaşçıları olduğu söylenir. Buradaki Anogia köyüne uğrarsanız,  dize kadar uzanan deri çizmeleri, şapkaları ve külotlu çorabı andıran pantolonlarıyla geleneksel kıyafetleri içindeki Girit erkeklerine rastlarsınız.  

Girit’in doğusu
Doğu Girit’in en verimli yeri Lasithi ovasında, keçi sürülerini izleyen çobanlar, küçük tarlalarındaki yabani otları temizleyen çiftçiler, hasat zamanı etrafı saran üzüm kokusu hakim. Adanın en güzel plajlarından birine sahip olan Vai de bu bölgededir. Vai’ye tepeden baktığınızda, uzayan beyaz kumlar ve masmavi denizin dışında sizi şaşırtan bir görüntü de, burada yeşil hurma ağaçlarından bir vaha olduğudur. Hurma ağaçlarının ilk bin yılda Arap korsanların attığı çekirdeklerden büyüdüğü söylenir ama buradaki hurmalar yenilmiyor.

Batıya doğru
Batı Girit’teki iki güzel kıyı kenti, Rethimnion ve Hanya bir zamanlar Türklerin en yoğun yaşadığı yerlermiş. Deniz kıyısındaki taştan dalgakıranın ucunda, Osmanlılar zamanında inşa edilmiş bir deniz feneri görürsünüz. İçeriye, iki kişinin zorlukla yürüyebileceği ara sokaklara daldığınızda, eski zamanlarda koyu kahve ve nargile içilerek sohbet edilen liman kahveleri çıkar karşınıza. Bu kahvelerde oturup ellerinde tespih, tavla oynayan adalıların görüntüsü size hiç yabancı gelmeyecek. Biraz ileride evlerinin kapılarında oturmuş örgü ören kadınlar da öyle.
Birbirinden güzel ve eski evlerin sıralandığı limanı, Venedik ve Osmanlı yapılarının karışımından oluşan daracık sokakları, taze sebze, baharat, balık satılan pazaryeri, küçük kahveleriyle Hanya da tipik bir Akdeniz kenti. Tıpkı bizim Alaçatı ya da Ayvalık gibi. Girit’in en seçkin alışveriş merkezleri de burada. Ayrıca “Hanya’yı Konya’yı görürsün” sözünün de buradan geldiği söyleniyor.

Giritliler
Cesur ve gururlu bir halk olarak bilinen Giritliler aynı zamanda Akdeniz’in en uzun boylu ve en uzun yaşayan insanları. Bunun asıl nedeni sağlıklı mutfakları elbette.
Hepsinin birer küçük bahçesi olan, beyaz badanalı evlerle dolu köylerde, toprakla bir bütün halinde yaşayan Giritliler, hala geleneksel yiyeceklerle besleniyorlar. Yani yeşillik, zeytinyağı, yabani bitkiler, bal, yoğurt, kuzu ya da keçi eti ve balık. Giritli dul kadınlar siyah giysilerinin içinde, kapılarının önünde oturup örgü örerken, erkekleri kahvede tespih çekerek tavla oynuyor. Zamanın yavaş aktığı bu adada, sokaklarda insanlar, telaşsız, boş vermiş ve ağır ağır yürüyorlar. Aceleleri yok çünkü nasıl olsa bütün yollar denize çıkıyor burada, tıpkı bütün adalarda olduğu gibi. Daracık sokaklardan birinde yürürken, yaşlı bir teyzenin Türkçe konuştuğunuzu duyunca birden ‘Ben de İzmirliyim’ diyerek boynunuza sarılması ve beraberce gözyaşlarına boğulmanız işten bile değildir.
Sonra birden bir melodi gelir kulağınıza. Yan sokaklardan birinde lir çalıp, mantinada söylüyordur birileri. Girit’in geleneksel müzik enstrümanı olan lir, U şeklinde telli bir çalgı. Buna genellikle mandolinin bir türü olan lavta, Girit gaydası ve kaval eşlik eder. Bu muhteşem orkestra, Girit’in kanı kaynayan neşeli insanlarını hatta adaya gezmeye gelmiş yabancıları bile hemen havaya sokar. Mantinada ise genellikle erkekler tarafından söylenen, hayatın zorluklarını anlatan ve nesilden nesle geçen bir çeşit türkü. Giritliler için müzik ve dans, aşkın, tutkunun ve kederin dile getiriliş biçimi. Bir de keçiler var tabii. Girit’in müziğinin ve şarkılarının, keçilerin melemelerinden ve sürüden ayrıldıklarında yerleri belirlensin diye çobanların boyunlarına bağladığı çanlardan geldiği söyleniyor.

Girit mutfağı
Girit mutfağı Akdeniz mutfaklarının en eskisi ve en ünlüsü. Giritliler bu dillere destan mutfağı, yüzyıllardır doğada var olan malzemelerden yaratmışlar. Yani tahıllar, sebze, meyve, ot ve hayvanlar. Bir de bunlara Venedik ve Osmanlı mutfaklarının etkisi eklenince, oldukça ilginç bir mutfak çıkmış ortaya. Ekmek adalıların temel gıdası. Zeytini tıpkı bizim gibi sabah kahvaltısında yiyorlar. Zeytinyağını ise her zaman her yerde üretiyor Giritliler. Hatta buralarda bir deyim var: ‘Geceyi yaşamak için zeytinyağı, uyumak için tereyağı’ diyorlar. Ekmek, zeytin ve zeytinyağına, denizden yakaladıkları balıkları, tarlada yetiştirdikleri sebze ve meyveleri, dağda, bayırda her yerde yetişen çeşit çeşit otları, peyniri, kuzu, oğlak gibi hayvanları eklediğinizde işte size Girit mutfağı.
Girit’te 90 milyon zeytin ağacı var ve yılda 150 bin ton zeytin üretimiyle, tüm Türkiye’deki zeytin ve zeytinyağı üretimiyle aynı. Giritliler bizim Ege kıyılarında yaptığımız gibi, zeytin ağaçlarını keserek yerlerine yazlık evler dikmeyi akıl edememişler işte! Özellikle adanın kuzey kesimi boydan boya zeytin ağaçlarıyla dolu.
Girit’te yılın farklı mevsimlerinde yetişen, bin iki yüz ot çeşiti var. Giritlilerin sofralarını süsleyen bu otların çoğu aynı zamanda şifa kaynağı. Buradaki bazı yemekler ve malzemeler dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor. Girit mutfağının en güzel yemeklerini denemek istiyorsanız, en iyisi adalıların yemek yediği yerleri tercih etmektir.

Kim bilir belki sevdiğiniz adamla gelirsiniz buraya,  belki bir ayrılığın ardından yaralarınızı sarmak için…Ya da son nefesine kadar Girit i sayıklayan büyükannenizin vasiyetidir belki…Ne için gelmiş olursanız olun, bu adayı asla unutamayacaksınız. Girit, severken ayrıldığınız eski bir sevgili gibi hep hayallerinizi süsleyecek…



BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Eylül 2005



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder