1 Ocak 2012 Pazar

Tamer Karadağlı

"Beni kahramansı rollerde görmek istiyorlar"


İtiraf edelim, biz çok farklı bir Tamer Karadağlı bekliyorduk karşımızda. Biraz asabi, azıcık gergin, fazlaca ukala, tek kaşı havada bir Tamer Karadağlı… Ama karşımızdaki adam röportaja geç kaldığı için biraz mahcup ama neşeli, oldukça nazik ve olabildiğince açık sözlüydü. Seveni kadar sevmeyeni de bol bir adam olan Tamer Karadağlı,  yaşam yolculuğunda payına düşenleri anlattı…

Ankara’dan Amerika’ya
“Ankara’da doğdum. Annem ve babamla birlikte Amerika’ya gittiğimizde çok küçüktüm. Sonra 1975 yılında tekrar Türkiye’ye döndük, sekiz yaşındaydım. TED Ankara Koleji’ne başladım ama uyum zorluğu çekiyordum. Çünkü Amerika’da boyalarla, oyunlarla okula giderken; birden Türkiye’deki sıkı eğitim, kısa saçlar, formalar falan zor geldi. Uzun sarı saçlarım vardı, onlar kesildi, çok şaşırmıştım. Lisede tekrar ‘Ben Amerika’ya gideceğim’ diye tutturdum ve gittim de. Ama bu defa da Türkiye’yi özledim.”
Karadağlı’nın sahneyle ilk tanışması kolej yıllarına dayanıyor. Kolejin tiyatro bölümüne girmiş ama “Tiyatroyu çok sevdiğimden değil, derslerden kaytarmak” için diye itiraf ediyor. Giriş sebebi bu olsa da sonra bir bakmış ki gerçekten tiyatrodan hoşlanmaya başlamış. Asıl onun gönlünde yatan aslan sinemaymış ama. “Annem sinemayı çok severdi ve biz birlikte çok sık sinemaya giderdik. Okulu sadece sinemaya gitmek için asardım o zamanlar.”
O yıllarda onu çok etkileyen bir film var mıydı diye soruyoruz ve mutlu sonla biten bir hikayeyle yanıtlıyor sorumuzu: “Ortaokuldayken ‘Konvoy’ diye bir filme gitmiştim. Kris Kristofferson oynuyordu. O filmi seyrettikten sonra tır şoförü olmaya karar verdim. Sonra her gittiğim filmde yok ‘ben polis olayım’, yok ‘pilot olayım’ derken sonunda baktım ki hepsi olamayacağım, ‘en iyisi ben oyuncu olayım’ dedim. Oyuncu olursam hepsini oynarım çünkü.‘Konvoy’ filmini seyrettiğim gün, ‘ben Kris Kristofferson ile mutlaka bir gün tanışacağım’ dedim ve on yedi yaşında Amerika ya gittiğimde onunla tanıştım, hatta arkadaş oldum. O filmde boynuna taktığı kolye şimdi bende.”

Çok iyi bir babayım
Tamer Karadağlı işte o günden sonra, yani hayran olduğu oyuncuyla tanışıp onun kolyesini boynunda taşımaya başladıktan sonra insanın isteyip de yapamayacağı hiç bir şey olmadığına inanmış. Oyuncu olmaya karar vermiş ve oyuncunun olmanın yolunun da konservatuvardan geçtiğini anlamış. Ve Bilkent Üniversitesi tiyatro bölümünü burslu olarak kazanmış. Bir yandan okula giderken öbür yandan Amerikan Kültür Derneği’nde İngilizce hocalığı yapıyormuş. İngilizce demişken Tamer Karadağlı’nın sekiz ayrı aksanla İngilizce konuşuyor olması bir şehir efsanesi değil gerçekmiş, onu da öğreniyoruz. “Evet, doğru çünkü daha Türkçeyi doğru dürüst öğrenmeden İngilizceyi öğrendim ben. Sonra da aksanları çözmeye başladım. Önceleri bu kadar değişik aksanla İngilizce konuşmanın bana ne yararı olacak ki diye düşünüyordum ama ne olacağı hiç belli olmuyor hayatta. Günün birinde Amerika’da bir film çektim ve bu filmde bir Teksaslıyı oynadım. Ve tabii ki Teksas aksanıyla İngilizce konuştum.”
Konservatuvar birinci sınıfa giderken seslendirme yapmaya da başlamış ünlü sanatçı. İşte eşi Arzu Balkan’la tanışmaları da o döneme denk geliyor. “Ben seslendirmeye başladığımda Arzu neredeyse on beş yıldır seslendirme yapıyordu ve çok tecrübeliydi. Ben biri iki kere takılıp dilim sürçtüğünde oflayıp pufluyordu. ‘İki kelimeyi bir araya getirip konuşamıyorlar’ deyince acayip sinirlenmiştim. Ben bir iki cümle söylüyordum sadece ama o başrolü seslendiriyordu. Bizim böyle başladı tanışıklığımız. Sonra ahbap olduk, sonra arkadaş, sonra da dost. Biz bütün o evreleri geçirdik yani.” Ve bu dostluk evliliğe kadar uzanıyor işte. Nasıl bir sevgiliydiniz, şimdi nasıl bir eşsiniz sorusunu, ‘Bilmiyorum bunu Arzu’ya sormak lazım’ diye geçiştirse de, ‘Nasıl bir babasınız?’ sorusuna coşkuyla yanıt veriyor hemen: “Çok iyi bir baba olduğuma inanıyorum. Bunca yıldır baba rolleri oynuyorum ama insanın çocuğu olunca duyguları gerçekten değişiyor. Eğer ben, Çocuklar Duymasın’ı, Yağmur Zamanı’nı baba olduktan sonra oynasaydım daha farklı yorumlardım. O zaman 35 değil 55 rayting bile alabilirdim.” Kızı Zeyno uyurken yanına gidip nefes alıp almadığını kontrol eden bir baba olmuş Karadağlı. “Bana söylemişlerdi öyle yapılıyor diye ama ‘yok canım daha neler’ demiştim. Doğruymuş meğer. Canınızın çünkü o, canınızın canı.”

Çamur at, izi kalsın
Okuldan mezun olur olmaz TRT’de yayınlanan ‘Ferhunde Hanımlar’ dizisinde oynamaya başlamış. Türk halkı Tamer Karadağlı’yı tam 1200 bölüm süren bu diziyle tanıdı ve sevdi aslında. ‘Ferhunde Hanımlar’dizisi bittikten 15 gün sonra da İstanbul’a gelmiş ünlü sanatçı. Sonrasını hepimiz biliyoruz… Şaşıfelek Çıkmazı, Çocuklar Duymasın, Yağmur Zamanı…
Gelelim Karadağlı’nın yurt dışı maceralarına ve sinemaya. Öyle ya bir dönem ortalıktan kayboldu, Amerika’ya gitti. O gitti ama söylentiler bitmedi. Pek çok şey yazıldı, çizildi ama biz işin aslını ondan dinleyelim en iyisi: “Üç tane film çektim. İlki ‘Bir Tutam Baharat’. Başak Köklükaya ile birlikte oynadık. Ne yazık ki, dağıtımcı firma ile ilgili bir sorun nedeniyle Türkiye’de gösterilmedi ama on milyonluk Yunanistan’da dört buçuk milyon kişi izledi. Çok keyifle çalıştığım bir projeydi o.
Ardından ‘Beyza’nın Kadınları’nda oynadım.” Arkasından da ‘Living and Dying’ adlı bir aksiyon-polisiye filminde Ducca isimli bir Amerikalı karakteri canlandırmış. Bu filmde Karadağlı’ya Michael Madson, Edward Furlong, Arnold Vosloo gibi yabancı oyuncular eşlik etmiş.
 “Ben yurtdışında yaptığım şeyleri anlatırken korkuyorum aslında” diyor sözün burasında. “Hiçbir başarı cezasız kalmaz diye bir laf vardır. Yarın birisi çıksa Türkiye’den ve Oscar alsa biz Oscar’ın da değerini küçültürüz. ‘Oscar’ı da herkese veriyorlar’ deriz. Bu korkutucu bir şey! Başarıyı takdir etmiyoruz, ama başarısızlıktan çok büyük keyif alıyoruz. Her yaptığınız çok başarılı olmayabilir ama siz yolunuza devam edersiniz, o yüzden kutup yıldızı gibi olmalısınız. Kendi iç sesinize kulak verip o yolda ilerlemelisiniz. İnsan bu yolculuk içinde çok şey yaşayacaktır. Bana Amerika da film çekmek o kadar kolay mı dediler. Daha film çekilmeden iyi bir film değil, üçüncü sınıf film dediler. Ben bu kadarını yaptım ne olur sen daha iyisini yap bana örnek ol. Gündeme gelmenin iki yolu vardır: Ya başarınızla gündeme gelirsiniz ya da başarılı olan birine çamur atarak. İşte Türkiye’de ikincisi işliyor ne yazık ki. Şöhreti, parayı, sevgiyi bu ülkede kazandım ben ve bu ülke için yapacağım daha çok şey var. Bana laf eden birileri oldu diye, ilk virajda arabadan atlayamam."

Polis, asker, komutan…
Tamer Karadağlı genellikle sert rollerde çıkıyor karşımıza. Biraz maço, sert, duygularını pek belli etmeyen, güçlü erkekleri oynuyor. Onu çok daha farklı rollerde göremeyecek miyiz acaba? Meğer o bu konuda ciddi araştırmalar yaptırıyormuş. “Aslında oynadığım karakterlerin hepsi birbirinden farklı karakterler. Bir de kendi tercihiniz dışında insanların sizi koyduğu yer de önemli. Ben kendimle ilgili bir araştırma yaptırdım bu konuda, yani ‘ben nasıl algılanıyorum acaba’ diye. Başarılı olmam için bir yol haritası çizmem gerekiyordu ve hep düşünerek hareket ettim bugüne kadar. İnsanlar beni daha kahramansı rollerde görmek istiyorlar, polisiye bir dizide mesela. Ama kötü adamı değil polisi, askeri oynamamı istiyorlar. Şöyle bir soru soruldu o araştırmada: Tamer Karadağlı oyuncu olmasaydı ne olurdu? Komutan olurdu, asker olurdu, lider olurdu gibi cevaplar geldi. Böyle bir konumlandırma yapmışlar kafalarında. Sonuçta bu sizin ekrandaki görüntünüzün etkisidir, demek ki hakim rollerde görmek istiyorlar beni, zayıf rollerde görmek istemiyorlar. Ama tabii sadece buna göre hareket etmek istemiyorum, yarın öyle bir rol gelir ki, beni heyecanlandırır.” Bu ankette başka komik sorular da var. Örneğin Tamer Karadağlı araba olsa ne olurdu? Yanıtlar şöyle: Tır, kamyon, tank…


BİRGÜL KOPUZ - Seninle Dergisi / Mart 2007


RÖPORTAJ NOTU: Tamer Karadağlı'yla bu röportajı yaptığım günü unutmam mümkün değil... Çünkü doğum günümdü ve ben pek de sempati duymadığım hatta sinir olduğum biriyle röportaj yapacaktım! Bunun nasıl bir ceza olduğunu düşünürken, röportaj saatinin bir hayli geçtiğini fark ettim. Karadağlı ortada yoktu, telefon ettim hemen. Röportajı unuttuğunu söyledi. Ben, "Tamam o zaman iptal edelim" deyince de "Hayır lütfen iptal etmeyin, hemen çıkıyorum evden, yarım saat sonra oradayım" diyerek defalarca özür diledi. Kaderime çaresizce lanetler okuyarak beklemeye devam ettim... Yarım saat sonra kapıdan içeriye inanılmaz bir neşeyle girdi, tekrar tekrar özür diledi... Ve doğum günüm olduğunu öğrenince çaktırmadan nasıl yaptıysa, masaya küçük bir tek mumlu pasta getirterek beni şaşırtmayı başardı... Nereden bakarsanız enteresan bir doğum günü olmuştu benim için... ;)) 

1 yorum:

  1. Süper bir röportaj olmuş. Sayende Tamer Karadağlı'yı daha iyi tanıdım. Doğum günü muhabbeti de pek tatlı olmuş...

    YanıtlaSil