9 Haziran 2012 Cumartesi

Sarhoş Kediler Adası: Tenedos


Belki sizin de başınıza gelmiştir. Bilirsiniz. Bir sabah uyanırsınız, içinizde dayanılmaz bir gitme isteği… Ama öyle hesapsız, plansız, programsız… ‘Bu otobüs nereye gidiyor?’ diye sorup, her nereye gidiyorsa oraya gitmek… Nasıl da güzeldir! Nasıl da iyi gelir insana bazen!

İşte öyle bir yaz sabahı, sırt çantamın içine sadece çok gerekli eşyaları koyup çıkmıştım yola ve Bozcaada’ya giden bir otobüste bulmuştum kendimi.  Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı ve Leonard Cohen’in “I’m Your Man”i eşlik etmişti yolculuğuma. İyi vakit geçirmiştik yol boyunca birlikte.
Adım atar atmaz, size yüzlerce hikaye anlatmaya başlayan ve sizi kendine aşık eden yerlerden Bozcaada…  Sahildeki balık restoranları, kalesi, daracık ve temiz sokakları, eski Rum evleri ve mutlu kedileriyle yaşanılası bir yer!

Önce kalacak bir yer bulmaya karar veriyorum, sırt çantamı bırakıp sokaklarda kaybolmak için… Bilirsiniz, bir şehri tanımanın en iyi yolu sokaklarında kaybolmaktır çünkü…

Burada bütün renkler biraz mavi, biraz beyaz… ve mor biraz da. Hatta eflatun.  Eflatun bir pansiyon buluyorum ben de… Adanın ruhuna uygun, benimkine de…  Kalacak yer var, içecek şarap da… Daha ne olsun! Odam çatı katında üstelik. Bütün Bozcaada gözlerimin önüne serili. Adayı tepeden seyredip hikayeler uydurmayı sabaha bırakarak, sahile doğru yürümeye karar veriyorum.

Potente diye bir kafeye oturuyorum, denize yakın.  Burası da alabildiğine mavi, olabildiğine beyaz… Bir kadeh kırmızı şarap söylüyorum kendime, hayatın küçük tesadüflerine kalkıyor kadehim… Çünkü burada da Cohen çalmakta: ‘Dance Me To the End Of Love’…  ‘end of love’ kısmında derin bir iç çekerek, bazen böyle güzel tesadüflere, küçük işaretlere inanmak geliyor içimden… Ne de olsa sırt çantamdan başka bir şeyim yok kaybedecek şu anda…

Bu adanın asıl sahipleri kediler, bunu anladım çoktan. Dolaşıp duruyorlar sokaklarda, mutlu mutlu, sarhoş sarhoş… Şarap fabrikaları var Bozcaada’da. Sokaklar şarap kokuyor. Kediler susayınca su yerine şarap içiyor sanki. Biraz şehla bakmaları o yüzden, hafif sallanarak yürümeleri de… Çok sevdim ben şimdiden bu ‘sarhoş kediler adası’nı…

Ada halkının geçim kaynağı bağcılık, şarapçılık ve balıkçılık… Bir de turizm var tabii. Ve İstanbul’dan kaçıp, burada bedenlerini ve ruhlarını dinlendirmeye, belki de daha iyi biri olmaya gelmiş büyük şehir insanları… Onları tanıyorsunuz hemen, İstanbul daha terk etmemiş gözlerini. Yakındaki huzurla, uzaktaki heyecan arasında kalmış gibiler. Huzuru seçmişler ama arada bir heyecan tarafından yoklanıyorlar sanki.

Bozcaada’nın şarapları çok güzel… Günbatımları ve rüzgar gülleri de…  Belki de yaşamınız boyunca seyredebileceğiniz en büyüleyici günbatımı Bozcaada’da bekliyor sizi. Önünüzde uçsuz bucaksız Ege Denizi, yanıbaşınızda hüzünlü ama mağrur rüzgar gülleri, havada yabani kekik kokusu ve kimsesiz bir deniz feneri… Ve rüzgar… Öyle ki Bozcaada’nın ya da antik çağdaki adıyla Tenedos’un gerçek sahibi rüzgar sanki. Bazen lodos oluyor bazen poyraz ama daima onun hükümdarlığı sürüyor buralarda. Ve güneş denizin içinde kaybolurken, rüzgara karşı dilediğiniz her ne varsa gerçekleşecekmiş gibi geliyor insana.

İçim biraz daha hafiflemiş, sırt çantam biraz daha ağırlaşmış olarak dönüş yolculuğuna hazırlanırken; içimin hafifliğinin rüzgara verdiğim sırlardan, çantamın ağırlığının pazardan aldığım ev yapımı domates reçeli ve ada şarabından olduğunu biliyorum… Ve bu mutlu kediler adasına en kısa zamanda tekrar geleceğimi de...

Yazı ve fotoğraflar: Birgül Kopuz (Haziran 2008)


1 yorum:

  1. Ne güzel anlatmışsınız.Hep aklımda Gitmek vardı Bozcaadaya.Tüm acabalarım huzura ve tatlı melteme teslim oldu.Sabırsızlıkla yazın Bozcaada Huzur Tatiline gideceğim.Gidince bir kadeh şarap eşliğinde yine sizin yazınızı okuyacağım.Teşekkürler...Sonsuzca...

    YanıtlaSil